yerel yönetim


Fotoğraf: Tanju Gündüzalp

Çankaya Belediyesi bu yaz nihayet Kuğulu ve Ayrancı ahalisinin sorunlarına kulaklarını tıkamaktan vazgeçip mahallenin iki alameti farikasının sosyal medyada çokça gündemleştirilen ciddi problemlerini çözmeye karar verdi: Suları kesildiği için dans edemeyen Su Perileri ve Kuğulu Park’ın budama sonrası ölen kavak ağaçları. Bu kadar çaba halka gösterilmeliydi illaki ve tabii ki, cuma günü yapılan bir açılış maratonuyla alkışa durmalıydık hepimiz.


Fotoğraf: Can Mengilibörü

1. durak aslında sürpriz bir şekilde yenilenen Şili Meydanı Parkı idi. Kocaman çınar ağacı ve “Plaza de Chile” eski taşı ile gönlümüzün eski gediklisi olan park; karanlığı, etrafındaki trafik içindeliği, çevresine dizilerek açılan yeni mekanların bol ışıklı ve sesli çokluğu nedeniyle sanki durduğu yerde buharlaşıvermiş, ancak gece geç vakit alkol alımına ev sahipliği eder olmuştu. Yine de korktuk açıkçası “yenileniyor” tabelasını görünce… İnsan ister istemez tedirgin oluyor her yenilemede, sevgili çınar ağacımızı da budayıverirler mi, güzelleştireceğiz diye zemin taşlarını söküp parke görünümlü beton atarlar mı diye. Neyse ki korktuğumuz olmadığı gibi, karanlığından kurtulup aydınlandı, çimleri, yeşilliği bir güzel bakım gördü, çınarımız meydana çıktı. Hatta komşu kapısı Afet İnan Parkı’nın bakımsızlıktan iyice kelleşen çimleri bile yerine kondu bu sayede, komşuda pişti, Afet’e de düştü. Işıl ışıldı mahallelinin gözleri, iyi olmuştu, çok iyi hem de.


Fotoğraf: Can Mengilibörü

2. durak ise biraz aşağıda, Cinnah Caddesi-Atatürk Bulvarı-Kuğulu Park kavşağındaki Su Perilerinin Dansı heykeli idi. Heykel 1992’de yerine konduğunda, hem çevresi ile hem de heykeltraşı Metin Yurdanur’un diğer eserleri “Eller”, “Madenci” ve “İnsan Hakları Anıtı” ile kentle bir bütünlük oluşturuyor, Ankaralının en sevdiği yürüme, düşünme ve karşılaşma hattını hakkıyla süslüyor, ışığıyla sularıyla dans ediyor, dans ediyordu. Ne zaman ki Ankara araba trafiğine teslim oldu, su perileri yalnız, elektriksiz, susuz, Ankaralı da danssız kaldı. Birkaç yıldır Ankaralı sivil inisiyatiflerin ısrar ve inatla devam ettirdiği #vanayıaçın kampanyası sonucu geçen sene Çankaya Belediyesi Su Perilerinin tekrar suya kavuşacağı müjdesini vermişti, bir yıllık sessizlikten ve bekleyişten sonra, son 1 ay heykelin etrafı perdelerle kapatılmış, mahallelinin ve kentlinin heyecanı artmıştı. Nihayet cuma günü eserin tasarımcısı Metin Yurdanur’un da olacağı açılışa koştuk. Metin Hoca’nın heyecanlı konuşması gözlerimize yaş doldurmaya yetmişti bile, Metin Hoca bütün heyecanına rağmen uğraşan herkesi anarak hakkını vermeyi de ihmal etmemişti üstelik. Tam periler ve Ankaralıların heyecanı dorukta, sabırsızca suların dansını beklerken, aniden ve uzun uzun Kuğulu Park’taki ağaçlar mevzundan bahsedilmesi uygun görüldü büyüklerimizce ve tabi ne kadar da kenti düşündüklerinin altı defalarca çizilerek (Oradaki mesele çok daha büyük idi oysa: az sonra!). Gönül isterdi ki Ankaralı olmanın, sokakların, yürümenin ve Metin Hoca’nın heykellerinin kalbimizdeki ve hayatımızdaki öneminden bahsedilsin, kısmet değilmiş, sırası hiç değilmiş. En sonunda törenle vana açıldı, sular yavaşça yukarılara ulaşırken düğüne assolist kostümü ile gelip tüm dikkatleri üstüne çekiveren Safiye Soyman etkisiyle patlayan İzmir Marşı, heyecanı iğretiliğe çevirmeye yetti. İzmir Marşı’nın Su Perilerinin dansı ile asla kuramadığımız alakası bir yana seçim mitinginde olmadığımızı belediyenin her etkinliğinde hatırlatmak mı gerekiyordu yoksa? Kentli olmak mıydı mesele partili olmak mı, haklarına, kentine, heykeline sahip çıkmak mı önemliydi, seçimlere hazırlanmak mı? Velhasılı çaba harcayanlar heyecanlananlar için damaklarda buruk bir tat kalmıştı. Kalpler kırılmıştı artık, yaşatılan kötüydü.


Fotoğraf: Tanju Gündüzalp

3. ve muhtemelen gerginliğin doruk noktası son durak Kuğulu Park idi. Kuğulu Park, Ankara’ya ilk gelenlerin asla anlam veremediği, ama yaşadıkça hayatın etrafına kilitlendiğini fark ettiği bir merkez, bir tarafında eylem olurken diğer tarafında çocukların kaydıraktan kaydığı, aşıkların öpüştüğü, tuhaf, küçücük ama kocaman bir park, “nesi var bu parkın” desek de aslında hepimizin göz bebeği kendisi. Haliyle 3 sene önce parkta budama adı altında tarihi kavaklar kurutulunca hepimizin gerçek anlamda canı acımış, o yüzden iki ağacın mesele edilemediği memlekette bu konunun üstü bir türlü kapatılamamıştı. Kuruyan kavaklar o kadar meydanda, kentli bundan o kadar rahatsızdı ki, el atmak zorunda kaldılar. Ve sonunda kavaklar söküldü, yerlerine yenileri dikildi. Ama hiç sorumluluk alınmadı, özür de dilenmedi. Bu üçlü açılışta da konu(şma) birden; başkanın ağaç sevgisine ve 1 yıldır bu sebeple gözüne uyku girmemesine kadar geldi, şaşırdık. Sonrasında da hiç kimsenin ikna olmadığı açıklamalar silsilesi dinledik yine. Apaçık çirkindi.


Fotoğraf: Tanju Gündüzalp

Kentli olmak neydi? Kentli olmak, kent üzerine düşünmek demekti, yürüdüğümüz yolları, konuştuğumuz heykelleri, gölgesine sığındığımız kavakları ve yarenlik ettiğimiz, dayanışıp paylaştığımız tüm diğer kentlileri düşünmek, kollayıp dayanışmak demekti. Kentli olmak sahip çıkmak, sorumluluk almak demekti. Kentli olmak mikrofonda politika yapmak demek değildi, emekti.

Doğanın, sokağın, yaşamın, ağacın, kuşun ve insanın sorumluluğunu hep beraber alıp, neşesini beraber yaşayacağımız günlere…