Gençlik Parkı, BYEGM Arşivi
“Oğluuuum, Dari Mari’yi bir göreyim neyimiş, pek merak ediyorum, hadi izin ver kurban olayım sana, oh guzum”.
Bu sözleri eve dönmek üzere Gençlik Parkı’ndan durağa doğru yürürken önümüzden hızlıca giden anneannem parkın çıkışındaki gece kulübünün kapı görevlisine söylüyordu. Parktaki diğer gazinolardan biraz daha lüks, biraz daha pahalı bir mekândı ve bir süredir Dario Moreno orada sahne alıyordu. Her daim meraklı anneannem elbette ki Dario Moreno’yu da merak etmekten eksik kalmayacaktı, bizim merakımız ise görevlinin anneannemin kulise girmesine izin verip vermeyeceği idi. Nitekim yeryüzünde ikna edemeyeceği pek az kişi bulunan anneannem bunu da becermiş ve görevliyle birlikte gece kulübünün içinde kaybolmuştu. Kapıda gülüşerek bekliyor ve bu defa da anneannemin tepkisini merak ediyorduk. Az sonra yüzünde bir tatminsizlik ifadesiyle çıktı. “Ne yaptın, gördün mü, nasıldı?” şeklindeki sorularımıza burun kıvırarak şöyle cevap verdi: “Amaan sen, ben gibi adamımış”.
Anneannemin ikna kabiliyetini kullanarak Dario Moreno’yu görmek için girdiği, bizimse kapısından adım atamadığımız bu mekânın aksine diğer gazinolara defalarca gitmişliğimiz vardı. En sevdiğimse Lunapark içindeki “Lunapark Aile Gazinosu” idi. Genellikle babamın maaşını aldığı aybaşlarını takip eden günlere denk getirilirdi gazino seferlerimiz. Sarmalar sarılır, köfteler yoğrulur, domates, salatalık benzeri sebzeler paketlenir ya da anneler isyan edip “bu defa da hazır bir şeyler yiyelim” dedilerse pide yaptırılırdı. Poşetlere doldurulan nevaleler elimizde, otobüse binilip Ulus’ta inilir, metro inşaatı nedeniyle artık yok olmuş Ulus kapısından girilirdi Gençlik Parkı’na. İki yanı devasa atkestanesi ağaçlarıyla kaplı yoldan havuza doğru yürünürdü. Sol tarafa dönülürse hem merak ettiğim, hem de ölesiye ürktüğüm “Sağlık Müzesi” çıkardı karşımıza. En çok lizol dolu kavanozlarda saklanan iç organlar, fetüs bebekler çekerdi ilgimi. Keskin bir ecza kokusunun burunlara dolduğu Sağlık Müzesi’ni ne zaman gezsem gece rüyalarıma girerdi. Lakin niyet gazinoya gitmekse buralara uğranmazdı haliyle. Sağa sapıp üstü çardaklı yola girilirdi. Öncesinde biraz nazlanır, şımarırsam “Şişman Dondurmacı”dan bir külah dondurma alma hakkını da kazanabilirdim.
Hayat Dergisi 1972
Şişman Dondurmacı da Sağlık Müzesi kadar merak edip orası kadar ürktüğüm biriydi. Oysa adamcağız dondurma bahanesiyle kendini inceleyen insanlardan kim bilir ne kadar bezmişti ki iri gövdesini zorla yerleştirdiği iskemlesinden dudaklarında zoraki bir gülümseme ile boş boş bakardı gelene gidene. Elimde dondurma külahı, pırpır eden kalbimle sekerek çardaklı yolun sonuna ulaşır ve Gençlik Parkı’nın en sevdiğim mekânı olan Lunapark Eğlence Merkezi’ne girmek için babanın gişeden bilet almasını beklerdim. Duhuliye 25 kuruş. Biletler alınır, turnikeden geçilir, sonunda harikalar diyarına vasıl olunurdu. Ben “Atlı Karınca, Bugi Bugi, Salıncak, Aynalar” diye zıplarken anneannemden sumsuğu yer, azarı işitirdim: “Kaçıyor mu salıncak, önce bir karnımızı doyuralım”. Çaresiz boyun eğer Lunapark’ın hemen girişindeki çay bahçesine giren ailemin peşine takılırdım. Parkın muhtelif yerlerine dağılmış “Recep Özgen Çay Bahçeleri”nden birine. Kareli kumaştan örtü serilmiş, tahta sandalyeli bir masaya yerleşir ve gelen garsona semaver sipariş ederdik. Babam ısrarlarıma dayanamaz, çay demini alana kadar anneannemin “Çabuk gelin” tembihleri arasında elimden tutup Lunapark’ın çakıl taşı döşenmiş zemininde takur tukur sesler çıkararak ya uçaklara, ya bugi bugiye ya da çarpışan otomobillere götürürdü. Birine binsem diğerinde aklım kalarak dönerdik çay bahçesine. Bahçenin gazinoya yakın bölümünde minik bir süs havuzu, ortasında da havuzun içine işeyen bir oğlan çocuğu heykeli vardı. Elimi suya sokmadan masaya gitmezdim. Bu arada çay demlenmiş, nevaleler açılmış, anneannem ufaktan atıştırmaya başlamış olurdu. Yavaş yavaş Lunapark’ın ışıkları yanar, insan sayısı artar, bağırış çağırışlar, kahkahalar, küfürler, oyun aletlerinin sesleri birbirine karışırdı. Sonunda yemek faslı biter, sıra ruhumuzu doyurmaya gelirdi. Toparlanır ve birkaç metre ilerideki “Lunapark Aile Gazinosu”nun kapısından içeri girerdik.
Karşıda sahne, sahneden halkın arasına doğru uzayan podyum ve çevresine sıralanmış masalar, sandalyeler. Az sonra başlayacak şenlikten haberi yokmuşçasına sessiz bir mekân. Oturulacak masanın podyum kenarında olması tercih sebebi, sanatçıları daha rahat görebiliriz böylece. En zoru programın başlamasını beklemek, vakit geçmek bilmez. Derken ilk hareketler başlar “Fasıl Heyeti” sazlarıyla birlikte sahnede yerini alır, hanendeler sazların arkasına dizilir ve ilk şarkı başlar “Bir dâme düşürdü ki beni baht-ı siyahım”. Şarkı söylemenin getirdiği uçarılıktan uzak, huşû içinde, bir nevi saygı duruşunda icra edilirdi seçilen parçalar.
Fasılın ardından “uvertür” denilen daha az tanınmış şarkıcılar arzı endam eyler, seyirciler alkışlar, ama aslında bir an önce gitseler de asıl izlemek istediklerimize sıra gelse düşüncesinde olurlardı.. Hemen hemen bütün gazinolarda bir türkücü, en az bir Türk Sanat Müziği sanatçısı, bir-iki hafif müzik solisti, komedyenler, kimi zaman dansöz ve mutlaka bir assolist bulunurdu. Lunapark Gazinosu’ndan bana, kol altları üçgen şeklinde açık, derin dekolteli dore tuvaletiyle Sevim Tuna, iri göğüsleriyle Nigar Uluerer, “Sesle Çzgiler” üstadı Celal Şahin, karşılıklı esprileriyle Ateşböcekleri, annemin mahcup bir edayla türkü isteklerinde bulunduğu Bedri Ayseli, kocaman mavi gözleriyle Fatma Girik, her parmağında bir yüzükle Barış Manço, şahane şarkılarıyla Gönül Turgut, anneannemin Erol Burçböyük dediği Erol Büyükburç, kışlaları doldurup boşaltan Muzaffer Akgün ve daha aklıma gelmeyen nicelerinin anıları kaldı.
İşte Benim Zeki Müren Sergisi'nden
En sevdiğim gazino bulunduğu yer itibarıyla Lunapark Gazinosu olsa da ilk gazino deneyimim ve Zeki Müren’i ilk dinleyişim parkın Opera sınırına komşu olan “Yazar Bahçesi”nde idi. Ulus’tan Opera’ya doğru yürürken gündüzleri yapılan Kadınlar ve Aile Matineleri’nden şarkı ve çalgı sesleri yayılırdı bulvara. Sık ağaçların arasından sahneyi görmek umuduyla ne kadar uğraşsam da başaramazdım. Annem her seferinde bu gazinonun Gönül Yazar’ın eski kocasına ait olduğunu üşenmeden tekrar ederdi. Seslerini duyup renklerini göremediğim gazinoya girişim, sonunda Zeki Müren’i dinlemek için de kısmet oldu. İlkokuldaydım, Gençlik Parkı’na gitmek zaten başlıbaşına bir olay, bir heyecandı. Üstüne üstlük bir de gazinoya gidip Zeki Müren dinleyecek olmak ballı lokma tatlısı misali bir şeydi.
İşte Benim Zeki Müren Sergisi'nden
Zeki Müren’in alt kadrosunda kimlerin çıktığı zihnimin kuytularında kaybolmuş ya da sanat güneşimizin görkemi altında ezilip yok olmuş. Zeki Müren ise tüm canlılığını koruyor belleğimde. “Bahçevan” şarkısını sırtında bahçıvan tulumuyla ve sepetlere doldurulmuş meyvelerle sunduğu, “Yine mevsimler dönecek/Yine yapraklar düşecek” şeklinde sözleri olan “Elveda Hatıralar” şarkısını ise özel hazırlanmış bir sahnede, sahnenin üst tarafından üzerine yağan sarı yapraklar eşliğinde söylediğini bugün gibi hatırlıyorum. Henüz sahne aldığı gazinoların kapılarında gece yarısından itibaren başlayan kuyruklar oluşmamıştı. Bundan birkaç yıl sonra gidilecek Zeki Müren’li bir matineye bilet bulabilmek içinse gece ikide yola çıkıldığı vâkidir.
Bir trafik kazası sonucu elemanlarından birkaçını kaybeden “Beyaz Kelebekler” grubunu da ilk Yazar Bahçesi’nde izlemiştim, kazadan birkaç ay önce. Beyaz Kelebekler’i izlemenin dışında o günün bir önemi daha vardı, yıl 1969, günlerden ise 20 Temmuz’du. Yani aya ilk ayak basıldığı gün. Program henüz başlamamıştı ve gazino idaresinin sesini hoparlörlere verdiği radyodan naklen dinlemiştik aya iniş macerasını.
Gençlik Parkı’ndaki gazinolardan en fazla gittiğimiz, en çok hatırladığım “Japon Bahçesi” idi. Bu kez parka Opera kapısından girer, su kaskatları boyunca ilerler, kaskatların sonundaki kadın heykellerine bir göz atıp yönümüzü gazinoya çevirirdik. Dış duvarlarına kimonolu Japon kadınlarının resimlendiği gazinoda bir şeyler yiyip içtiğimizi hatırlamıyorum. Sanırım sadece biletle girilirdi içeriye. O yıllarda adı politikacı Osman Bölükbaşı ile anılan ve her sahne alışında söylediği “Bende aşk tükendi ateşim yanmaz” dizeleriyle başlayan “Gelemem meleğim, geç bu sevdadan” nakaratıyla devam eden şarkıyı Bölükbaşı’nın onun için yazdığı dedikodusunun dolaştığı Behiye Aksoy hem devrin, hem de Japon Bahçesi’nin en parlak yıldızlarından biriydi. Sancak Tül’ün sahibi Murat Bayrak’ın kızıyla olan olaylı evliliği henüz gerçekleşmemiş Tamer Yiğit ve o yıllardaki sevgilisi Sevda Ferdağ birlikte çıkar ve adeta sahnede aşklarını ilan ederlerdi. Hülya Koçyiğit’in küçük kızkardeşi Nilüfer Koçyiğit yeni yeni parlamaya başlamıştı. Mari Laforet’in “Mon Amour Mon Ami” isimli ünlü şarkısını “Genç Kızlar” adıyla hoplaya zıplaya icra ederdi. Birkaç yıl sonra ilk Eurovision temsilcimiz olacak Semiha Yankı’nın ve aile fertlerinin oluşturduğu “Yankılar” akrobat grubunun gösterisini de bu sahnede izlemiştim.
Bu yazlık gazinoların saltanatı sonbahar kendini göstermeye başlayınca sona erer, kapılara kilit vurulur ve yeni sezona kadar kışlık mekânlara taşınılırdı. Ankara’da en çok gittiğimiz kışlık gazino Demirtepe’deki “Güneypark” ile Maltepe’deki “Köşk Gazinosu” idi. Güneypark Gazinosu’na dik bir merdivenle iner, çok büyük olmayan salondaki sinema benzeri koltuklara kurulur, sahnedeki sanatçıları izlerdik. Güneypark denince belleğimde ilk canlanan sanatçı ince vücudu, uzun burnu ile tipik bir görünümü olan Necdet Tokatlıoğlu oluyor. En fazla izlediklerimden biri olmasının payı var sanırım bu hatırlayışta. Ziya Taşkent, Osman Türen, Nuray Akın da bu gazinonun gediklilerindendi.
Maltepe’deki Köşk Gazinosu’nda gecenin 2’sinde bilet kuyruğuna girilen Zeki Müren’li matineye ben gitmedim ama annemin günlerce ballandıra ballandıra anlatışını dinledim. Benim gittiğim matinenin yıldızı Göksel Arsoy ve Semiramis Pekkan idi. Bodrum katında, loş bir salondu Köşk Gazinosu, özellikle matine kalabalığında nefes almak bile zorlaşırdı.
Gazino kültürü yavaş yavaş sona ererken ben de finali yine Lunapark Gazinosu’nda bir kadınlar matinesi ile yaptım. Dolmaların, sarmaların yendiği, kadınların masa üstüne çıkıp göbek attığı, hatta bazen podyuma çıkıp sanatçıyla karşılıklı oynadığı bir gösteri idi. Sonrasında piyasa arabeske teslim, gazino fiyatları el yakar, TV ise gazinoların pabucunu dama atar oldu. Gazinolardan bu kubbede baki kalansa bir hoş seda oldu…