kent

-    Fuayedeki seramikler kimin biliyor musun?
-    Hı-hım.

“Hayatının son yıllarını huzurevinde geçirmiş yalnız bir kadının.” Demenin ne alemi var şimdi? “Onunla Bostancı’da, Adalar iskelesinin arkasında bir kafede buluştuk; konu Çanakkale Seramik’in seramik sırlarına gelmeden önce; erkekler dünyasında iş geliştirmek, para kazanmak, patron olmak, hem anne hem eş olmak ya da hayır ikisini de bir türlü olamamak, evlat kaybetmek yine de Tanrı’ya inanmak hakkında konuştuk.” demenin ne anlamı var? Bodrumdaki yazlığı kapatmadığını, yıllar önce Ankara’dan taşındığı İstanbul’da, artık yalnızca kışları geçirdiğini, onu bulmama çok şaşırdığını, ilerlemiş yaşına rağmen kısa saçlarının uçlarını Prusya mavisine boyadığını anlatmanın ne faydası var? Soysal İş Hanı katlarındaki duvarlardan birinde görülebilecek mavi sırrın; demir katyonları, siyanür anyonları ve sudan oluşan Fe4[Fe(CN)6]3 formül ile elde edildiği, pişirim sıcaklığının 1200 santigrat dereceye kadar yükselebildiği ve tonunun saçlarının ucundaki maviyle aynı olduğu kimin umurunda?

-    Hayatta mı?
-    Hayır.

Kavaklıdere Sineması’nın önünde trafiğe takıldık. Cadde ışıl ışıl, yaz akşamı serinliği kendini iyiden iyiye hissettiriyor. Kapı önünde sigara içenler var. İstanbul’dan bir komedyen gelmiş, gösterinin başlamasına da tam 17 dakika kalmış. Kaldırımda yürüyenler, yol kenarında bulunan daracık park yerine geniş arabasını sokmaya çalışanlar, yolcu indiren taksiler ve karşıdan karşıya geçmek için yola atlayanlar… Apartman katlarında, hukuk büroları, diş klinikleri, moda evleri, yabancı diller ve latin dansları kursları… Yazlık ayakkabılar, dondurma külahları, yeni doğmuş kuğu yavruları, yanıp sönen sinyal lambaları ve Kıtır’da kumpir yemek isteyen öğrenciler…

1980’lerin sonunda ben henüz ilkokuldayken, üst kattaki komşumuz Serap Teyze ile annem kapı aralığında laflarken duymuştum ilk, Kuğulu Park’ta seyyar bir araçta kumpir diye bir yiyecek satıldığını. Biz Etlik’te General Doktor Tevfik Sağlam Caddesi’nde oturuyorduk. 1882 doğumlu Ali Tevfik Salim Sağlam; Türkiye Verem Savaş Derneği’nin kurucusu ve Türkiye'deki ilk Akciğer Hastalıkları kürsüsünü kuran doktordu. İstanbul’da Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’den 1903 yılında Tabip yüzbaşı rütbesiyle mezun olmuş. Közde pişirilmiş patates yemiş olmalı. Peki ya Rus salatası? 1915’te daha 32 yaşındayken 2. Ordu’nun başhekimi olmuş, Erzurum’daki 3. Ordu’da görevlendirilmiş ve Sarıkamış Harekatı’nda soğuktan ve salgın hastalıklardan büyük kayıp veren orduda tifus aşısı ile ilgili ilk önemli araştırmaları ve aşı uygulamalarını yapmış. Kızılay’da Piknik Şarküteri’nin yağlı kâğıda sarılı Rus salatalı sosisli sandviçlerinden tatmış mıdır? Mümkün. Fakat ben çocukken her yerde kumpir yemek mümkün değildi, kalkıp Tunalı Hilmi Caddesi’ne gitmek gerekiyordu. 1871 doğumlu Tunalı Hilmi Bey, II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde özgürlükçü fikirleriyle tanınan, kadın hakları ve laiklik savunucusu milletvekiliydi. Adının verildiği caddenin bugün kadınların daha az tedirgin yürüdükleri bir cadde olması bir tür kent karması falan olsaydı keşke ama değil. Eski şaşaası kalmasa da ayakta kalabilmesini iktidar aksı üzerindeki konumundan doğan imtiyazlı kaderine borçlu. Şimdilik. Her neyse, ben 1980 doğumlu Özgür Ceren Can, gidip şu kumpir denen şeyden yemek istiyordum. Devlet okulunda okuyor ve Anadolu Lisesi sınavlarına hazırlanıyordum: Vatana millete hayırlı olmak için. Çünkü o zamanlar kendini gerçekleştirmek, iktidar aksları, gece yürüyüşü ya da alternatif ekonomik çerçeveler hakkında bir şey bilmiyordum. Simone de Beauvoir ya da Sevgi Soysal yolundan hiç geçmemiştim. 

Cadde boyunca sürüp, John F. Kennedy Caddesi’nden Atatürk Bulvarı’na doğru ilerliyoruz. Arabada kahvemiz var ama içmiyoruz. Termosta bir o yana bir bu yana karanlık bir göl gibi vuran filtre kahve, artık ılık. Onun hemen yanında vites koluna geçirilmiş bir okuma gözlüğü tıngırdıyor. Klima kapalı. Yarı açık pencereden içeri serin hava esiyor. Radyo ODTÜ’de Chet Baker çalıyor: “If a breeze caresses me, It's really you strolling by. If I hear a melody, It's merely the way you sigh.” 

-    Burası gerçek bir Ankara olsaydı Çiftlik’te dondurma yemeye giderdik.
-    Hayır, burası gerçek bir Ankara olsaydı Merkez Lokantası’nda tango dinliyor olurduk. 

Fakat burası artık gerçeküstü bir Ankara olduğu için, bu akşam Ev Ankara’nın Dolmuş Sahne’sini park ettiği parka doğru yol alıyoruz. Artalan Kolektif tiyatro topluluğunun tek kişilik performansı Yıldız’ı izleyeceğiz. Oyun kafeste yaşamaya zorlanan bir kuşun hikâyesini, politik ve varoluşsal bir manifesto halinde sahneye taşıyor. Topluluk, oyunu hem insanlara hem de hayvanlara açık, doğa ile kültür arasında kalan eşik mekânlar olarak gördükleri parklarda sahneliyor. Oyuncu Mine Nur Şen’in patriyarkanın betimlemeye doyamadığı kafesteki minicik, uysal, güzel kuş imgesini lime lime edip; her replikte kafesin tellerini bir bir sökmesini bekliyoruz. Karanlığın içinden, kırılganlığı ile öfkesi arasında kanat çırparak kadınlığın çelişkili coğrafyasını altına alıp, gökyüzünde süzülmesi için sabırsızlanıyoruz… Kadın, bu performans ile 25. Direklerarası Seyirci Ödülleri’nde Tek Kişilik Performans Ödülü’nü kazanmış ve Afife Tiyatro Ödülleri’nde Yılın En Başarılı Genç Kuşak Sanatçısı adayı olmuş. Memleketin ahval ve şeraiti içinde, genç bir kadın sanatçının elinden geleni yapmakta diretmesi, başlı başına bir kurtuluş mücadelesi ama adının bir parka verilip verilmeyeceği konusu şimdilik muamma. 

Telefonum çalıyor, tatsız haberler alıyorum ve oyun başlamadan ayrılmak zorunda kalıyorum. Neonlar arasında sürüp giderken, eski Ankara Garı’nın önündeki trafik ışıklarına takılıyorum. Art Deco ve Neo-klasik esintileri taşıyan, Ankara taşı kaplı modern yapı 1930’larda Mimar Şekip Akalın tarafından tasarlanmış. Ankara’ya gelişlerin ve Ankara’dan dönüşlerin zarif istasyonu. Hemen karşısındaki kavşakta 10 Ekim Anıtı var. 2015’te Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi için önünde toplanan kalabalığın içinde 2 canlı bomba kendini patlattı. 103 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce insan yaralandı. Anıt, kentsel belleğe dayılanan 8 katlı YTH Gar’ının üzerine düşmeyen gölgesinde, onların anısını yaşatmak için dikildi. Yıldırımları çeken paratonerler misali anıtlar da lanetleri üzerlerine çekebilirlermiş gibi… 

Saat 21.30. Uzun ahşap masanın kenarında, hibe başvurusu gündemli toplantıdayız. 2013’te Strazburg’da Avrupa Konseyi’ne sunulan Türkiye Kültür Politikaları Ulusal Raporu’ndaki bir maddeden bahsediyorum. Sanat üretimini ve sanatçıyı etkileyen koşullar, kültürel miras, kültür endüstrileri, katılımcı kültür politikaları, uluslararası kültürel ilişkiler ve işbirlikleri vs. Bir yandan Cemre’ye yazdığım mesajda müsaitse beni arayıp arayamayacağını soruyorum. Hayır, zahmet etmesinler, bugün daha fazla kahve içmek istemiyorum. İçim buruk. Aklım Dolmuş Sahne’nin üzerinde kayan bir Yıldız’da… 

-    Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun Paris’teki NATO Karargâhı için yaptığı 50 metre, 10 ton mozaik duvarı biliyor musunuz?

“Elbette, onu Brüksel'de otoparka taşıdılar.” diye cevap veriyorum ve beyefendilerin de içi buruluyor.