Lörcher Planı, 1924, VEKAM arşivi
Bir şehrin tam ortasından geçen bir cadde, bir ülkenin en derin hayalini taşıyabilir mi? Peki bu kadar büyük hayalleri taşıma haddi olan bir yolun kendisini tam olarak neyi, nereye, nasıl taşır? Nihayetinde yol başlangıcı, sonu, uçları, kılcalları ve etrafındaki yaşam kesitleriyle kimi zaman bir sahne, kimi zaman bir vitrin, kimi zaman da canlı bir animasyon karesi vasfındadır. Ankara’nın Atatürk Bulvarı, tam olarak böyle bir yer. Kimi zaman bir otobüs penceresinden, kimi zaman yürüyerek geçerken fark etmediğimiz o cadde, aslında genç bir Cumhuriyet’in mekânda kendini dünyaya anlatma biçimi. Bu ifadelendirme Bulvarın özetinde bir başkentin çağdaş ve özgün planlama/imar macerasını 20. yüzyılın en beklenmedik coğrafyalarından birinde ve hala çok etkileyici bir biçimde toplumsal hayatın kenarına derç ediyor. Bugün bu hikâye, uluslararası bir tanınmaya doğru ilerliyor: UNESCO Dünya Mirası süreci.
Jansen Planı, 1932, VEKAM arşivi
Neden Ankara’nın Modern Planlama Süreci?
2024 yılında, “Modern Bir Cumhuriyet Başkentinin Planlanması ve İnşası” başlığıyla Atatürk Bulvarı ve çevresi, UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesine dahil edildi. Adaylık, sadece bir caddeyi değil; Cumhuriyet’in mekânsal olarak inşa ediliş sürecini, şehir planlaması, mimari tasarım ve toplumsal idealler üzerinden anlatan bütüncül bir miras alanını kapsıyor. Atatürk Bulvarı, Ulus Meydanı’ndan başlayarak Çankaya’ya kadar uzanan doğrusal bir omurga olarak tasarlandı. Bu aks, Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetim, kültür ve eğitim kurumlarının mekânsal olarak birbirine bağlandığı bir eksen görevi görüyor. Aynı zamanda bu eksen, Ankara’nın 1924’te Christoph Lörcher ile başlayan, 1927’de Hermann Jansen’in planıyla olgunlaşan modern şehircilik anlayışının da temelini oluşturuyor.
Cumhuriyet Dönemindeki bu modern planlama deneyi, Başkent Ankara’nın merkez mahallelerinin oluşumunda 1970’lerin sonuna kadar etkili oldu. Bugün kent nüfusu 6 milyona yaklaşmış, çeperlerinde boşluklu bir şekilde saçaklanarak genişleyen bir metropoliten alan haline dönüşmüş olsa da, kentin merkezindeki ilk planlı kent dokuları hala yaşayanlara ve ziyaretçilerine bir başkentin oluşum öyküsünü ifade edebilecek bütünlüklü görünümü ve yaşamı sağlıyor. 1970’lerden sonrası bir yanı gecekondulardan oluşan bir hale, diğer yanı sermaye birikiminin kenti parçalanmış bir büyümeye mahkûm ettiği bir kapitalist kentleşme örneği olarak görünse de bu ilk planlı gelişim göz ağrısı hala Ankara’nın temel kentsel karakterini veriyor.
Ankara, Brasilia (Brezilya), Canberra (Avustralya) ve Chandigarh (Hindistan) gibi planlı başkentlerle aynı kategoride değerlendirilmekte. Bu şehirlerin ortak noktası, modernleşme ideallerini bir kentsel plana dönüştürmeleri. Ancak Ankara’nın farkı, bu süreci çok daha erken bir dönemde, savaş sonrası bir toplumun direnciyle gerçekleştirmiş olması. UNESCO bu yüzden Ankara’ya sadece tarihî değil; politik, kültürel ve mekânsal anlam katmanları üzerinden de bakıyor.
Planlama ve Mimarlık: Bir Ulusun Kentsel İfadesi
1920–1970 arası dönemde Ankara’da inşa edilen kamu yapıları, sivil mimarlık örnekleri, Erken Cumhuriyet Dönemi Mimarlığı, İkinci Ulusal Mimarlık Akımı ve Uluslararası Üslup gibi farklı mimari eğilimleri bir arada sunuyor. Bu durum, UNESCO’nun “farklı dönemlerin ve kültürlerin temsil edilmesi” ilkesine doğrudan karşılık geliyor. Bunun yanı sıra Başkentin planlı gelişimi sürecinin tam içerisinde bulunan Ankara Kalesi, Roma Hamamı, Hacı Bayram bölgesi gibi tarihin katmanlaşarak biriktiği alanlar da bir şekilde bu modern planlama macerasının mütemmim cüzleri olarak, imar kanaviçesinin işleri olarak varlıklarını sürdürdüler.
Bu alanın UNESCO kriterleriyle ilişkisi, Türkiye'nin sunduğu başvuru dosyasında şöyle tanımlanıyor:
Kriter (ii): Planlı şehirleşme yoluyla uluslararası mimarlık ve şehircilik düşüncelerinin Türkiye’ye entegre edilmesi.
Kriter (iv): 20. yüzyılın ilk yarısında modern bir başkentin örnek yapılarla somutlaşması.
Kriter (vi): Ankara’nın, Cumhuriyet’in laik, çağdaş ve kamucu değerlerini mekâna yansıtan sembolik alan olması.
UNESCO’nun kriterlerinin Başkent Ankara için yorumlanması Türkiye’de bundan önce Dünya Mirasına kabul edilmiş alanlarla karşılaştırıldığında ilginç bir duruma işaret ediyor. Genelde UNESCO sürecinde diğer örneklerde, korunması gerekli alan ya da yapıların özellikleri tanımlandıktan sonra, bunların planlamaya nasıl yansıtıldığı bir koruma yaklaşımı olarak ele alınırken, Ankara örneğinde, korunmaya değer görülenin bizzat bu planlama yaklaşımı ve sonuçları olarak sunulması kayda değerdir. 20. yüzyılda gelişmekte olan bir ülkenin Başkentini bu tür bir çabayla yeniden inşa etmesi UNESCO tarafından da anlamlı görüldü. Şahsen, bu benim 2010 yılından bu yana savunduğum bir durumdu. Başkent Ankara’nın merkezinde yer alan tüm unsurların cumhuriyet dönemi şehircilik ve planlama anlayışı ile anlamlı bir planlama çerçevesinde bir araya getirildiği iddiasıyla önce Ankara Kalkınma Ajansı desteğiyle yürütülen bir fizibilite projesi, ardından geçen yıllarda da farklı kanallardan sunulan bir öneriler setiyle bu durumu açıklamaya çalışıyordum ki UNESCO Milli Komisyonunun davetiyle başlayan bir alt komisyon çalışması tüm bu çabaların ifadesini bulmasına olanak tanıdı.
Bundan Sonra Ne Olmalı?
Geçici Liste’ye alınmak, önemli bir eşik. Ancak, Türkiye’nin kabarık geçici listesi ve listedeki alanların akıbeti düşünüldüğünde bu listede kalmak, unutulmak anlamına da gelebilir. Asıl hedef UNESCO Dünya Mirası Kalıcı Listesine girebilmek olmalı ki bu da kolay değil. Kurumsal iş birliği ve sahiplenmeyle yürütülmesi şart olan, akademik bilginin ve ciddi bir yerel birlikteliğin inşa edilmesi gerekiyor. Bunun için UNESCO’nun talep ettiği çok kapsamlı bir yönetim planı hazırlanmalı. Bu plan:
- Alanın fiziksel ve işlevsel sınırlarını netleştiriyor.
- Koruma stratejilerini tanımlıyor (restorasyon, işlevlendirme, kontrol mekanizmaları).
- Tehditler ve risk analizleri içeriyor (yoğun trafik, yapı tahribatı, farkındalık eksikliği).
- Yönetimden sorumlu kurumlar arasındaki iş bölümünü belirliyor (örneğin Ankara Büyükşehir Belediyesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı, TMMOB, üniversiteler, Kent Konseyi).
Bu sürecin olmazsa olmazı, toplumsal katılım. UNESCO, sadece mimari değil; o mirasın kentliler tarafından tanınıp sahiplenilmesini de dikkate alıyor. Katılımın ve kurumsal iş birliğinin temsili “alan yönetimi” kavramında somutlaşıyor. Danışma, eşgüdüm kurulları ve bir alan başkanıyla çerçevelenen yönetim alanında, geleceğe yönelik eylem planları ve korumaya yönelik planlama tanımlanıyor. Bunlar tamamlanırken ya da tamamlandıktan sonra geçici listedeki alanın UNESCO Asıl listesine geçirilebilmesi için ciddi bir dosya hazırlanması ve bu dosyanın Bakanlıkla birlikte gerekli uluslararası kuruluşların dikkatine sunulması gerekiyor. Yani yol uzun ve çetrefilli. Geçici liste sürecine gelmek bile kolay olmamışken bunların yapılabilmesi için nasıl bir kurumsal katılım mimarisinin uygulanması gerektiği tüm Ankara’nın üzerinde düşünmesi gereken bir konu.
Sonuç: Ankara’nın Nesi Var? Planlaması!
Ankara, Cumhuriyetin Başkenti olduğundan beridir muhataplarına ekseriyetle somut manzaralar değil, bir çaba, bir gayret, çokça bir fikir, fazla farkına varılamayabilecek manevi değeri yüksek bir yaşam alanı sundu. UNESCO’ya giren niteliğinin de buna çok benzeyen bir bütünlükle şekillenmesine şaşmamak gerekli. Bununla birlikte unutulmaması gereken bir şey, Ankara’nın UNESCO Dünya Mirası sürecinin, hiçbir zaman yalnızca şehir plancıları, mimarlar ya da kamu yöneticilerinin meselesi olmayıp, hepimizin kentle kurduğu ilişkinin, geçmişle ve gelecekle olan bağının bir sınavı olduğudur. Bir gün Atatürk Bulvarı’nda yürürken, sadece karşıdan gelen otobüse değil; binalara, ağaçlara, boşluklara da dikkatlice bakın. Belki orada sadece beton değil; bir halkın umutla kurduğu yepyeni bir ülkenin sessiz hikâyesiyle karşılaşırsınız. Son dönemde Ankara Büyükşehir Belediyesinin ve Ankara Kent Konseyinin kentin bileşenleriyle birlikte oluşturmaya çalıştıkları içerikler bu birikimi yaygın bir kitleye aktarmayı amaçlıyor. Diğer yandan, bu öyle bir hikâye ki bu, onu yedi düvele anlatacakları da bağrında yazıp yetiştiren bir kurguyu her daim yeniden üretmekte. Başkent Ankara’nın planlı gelişim sürecinin belki de en dirençli üretimi de bu insan malzemesiyle ortaya çıkmakta.
Daha fazla bilgi için;
https://whc.unesco.org/en/tentativelists/6823/
https://anayurtgazetesi.com/haber/24863247/modern-baskent-anlayisi-dunya-sahnesinde