tarih

“Balgat’ın son muhtarı”:
Amerikalı bir akademisyenin gözünden 1950’ler Ankara’sının dönüşümünü okumak

1950’lerin Balgatında yaşayan bir Bakkal ile Muhtardan, kentin o yıllardaki dönüşümüne dair neler öğrenebiliriz?

“Balgat köyü, Ankara’nın yaklaşık sekiz kilometre güneyinde yer alır. Standart haritalarda gösterilmediği gibi bilindik kayıtlarda da yer almaz. İlk olarak 1950 sonbaharında duyduğum bu köyden, pek çok Türk’ün bugün bile haberi yoktur.” 1


Figure 1: Lerner’ın kitabının kapağı

Amerikalı akademisyen Daniel Lerner’in kaleme aldığı bu satırlarda anlatılan Balgat, bugün gökdelenleri, parti genel merkezleri, envaiçeşit restoranı ve künefecisi ile bildiğimiz; ODTÜ’nün az aşağısında, Dışişleri Bakanlığı’nın hemen arkasında kalan Balgat’tan başka bir yer değildir. Modernleşme kuramının önemli temsilcilerinden Lerner, ABD hükümetinden aldığı yüklü desteğin de sağladığı imkânla 2, 1950’li yıllar boyunca aralarında İsrail, Lübnan, Mısır, Iran, Irak, Ürdün ve Türkiye’nin de bulunduğu 54 ülkeyi kapsayan bir saha çalışmasına girişir. Lerner ve ekibinin bu çalışmadaki amacı, Orta Doğu toplumlarının modernleşme örüntülerini endüstriyel şehircilik, kitle okuryazarlığı, medya araçlarına erişim ve siyasal katılım değişkenleri etrafında incelemektir 3. 1958 yılında “The Passing of Traditional Society: Modernizing the Middle East” (Geleneksel Toplumun Çözülüşü: Ortadoğu’yu Modernleştirmek) başlığıyla kitaplaşan bu çalışmada Lerner, Ankara’daki bir köye özel bir yer ayırmıştır: Balgat köyü.

Cumhuriyet kurulalı 27 yıl, İkinci Dünya Savaşı sona ereli henüz 5 yıl olmuştur. Cumhuriyet ile yaşıt CHP iktidarına son verecek 14 Mayıs 1950 seçimlerinden yaklaşık bir ay kadar önce, Ankara’nın Balgat köyüne gelen Tosun B. isimli araştırmacı not defterine şunları yazmaktadır: “Tam anlamıyla çorak bir köy. Hâkim renk gri, tıpkı bunları yazarken oturduğum sedirin üzerindeki tozlar gibi”. Kendisi Amerika’da olan Lerner adına araştırmayı yürütmek amacıyla burada bulunan Tosun B., Ankaralı genç bir akademisyendir. Balgat’a ayak bastığında gördüklerini şöyle ifade eder:

“Bu çorak dağlık Doğu’da pek çok köy gördüm fakat hiçbiri böylesi renksiz, şekilsiz döküntü bir yer değildi. Bu köyü tercih etmemin nedeni de buydu. Eğer bir yolu olsaydı Ankara’dan buraya araçla yarım saate ulaşmak mümkün olabilecekken doğru düzgün yolu bulunmayan, terkedilmiş, burnumuzun dibindeki bu köye varmak şehir merkezinden araçla iki saati buluyor.”

Balgat’a gelişinin hemen ardından köydeki en yoksul kişiyle görüşmek isteyen Tosun B., köyün çobanını görmeyi umar. Doğruca muhtara giderek bu talebini iletir fakat Muhtar’ı buna ikna etmek için epey çabalaması gerekecektir. Tosun B.’nin notlarından, araştırma boyunca kendini ona dayatan Muhtar’dan pek de hazzetmediğini anlarız. “Eğer onun sözünü dinlemiş olsaydım, yalnızca kendi ailesi ile görüşmekle yetinmek zorunda kalacaktım” diye yazar. Tosun B., Muhtar’ı zor da olsa ikna edip görüştüğü çobanı “Yırtık pırtık giysiler içerisindeydi. Ayağında bir ayakkabısı bile yoktu ama ayakları neredeyse bir bot kalınlığında çamur ve kir ile kaplıydı” diye tarifler.


Figure 2: Balgat Köyü Krokisi, 1945 Kaynak: VEKAM Kütüphanesi ve Arşivi

Tosun B.’nin Muhtar kadar itici bulduğu bir diğer köy sakini ise Bakkaldır. Muhtar’ın geleneksel görünüşü ve otoriter tavrının aksine köyün tek Bakkalı olan bu adam, kentli ve modern bir görünüm arz eder. Etrafta başkaları varken ağzını bıçak açmasa da muhtemelen kendine yakın gördüğü şehirli ve eğitimli Tosun B. ile baş başa kaldığında dili çözülür. Muhtar ile Bakkalın bu hayattan beklentileri de oldukça farklılaşır. Lerner’ın “Osmanlı İmparatorluğu’nun klasik değerlerinin Atatürk Cumhuriyetindeki taşıyıcısı” olarak nitelediği eski bir asker olan Muhtar’a iki oğlundan gelecekte nasıl bir beklentisi olduğu sorulduğunda “Umarım onlar da tıpkı bizim gibi cesurca savaşacaklar ve bizim kuşağımız gibi ölmenin ne olduğunu anlayacaklar” demektedir. Muhtar’ın aksine Bakkal’ın beklentileri ise bambaşkadır. O “daha iyisini” ister. Şehirde bir ev ve daha büyük bir bakkal ile şık medeni kıyafetler. Öte yandan, Muhtar köyüne mutlak bir bağlılık gösterirken Bakkal’ın bu köyde kendini diğerlerinden ayrı ve yalnız hissettiğini anlarız. Lerner onun durumunu “köyün önyargılarına karşı kimsesiz bir savaş veren tek başına bir adam” diye ifade eder. Tosun’un aksine o, Bakkal’a karşı derin bir yakınlık duymuştur.

Tosun’un bu birbirinden çok farklı iki adama olan eşit derecedeki hoşnutsuzluğu Lerner’ın dikkatini çekmiştir. Gece gündüz üzerine düşündüğü bu durum onun için bir takıntı hâline gelir. Balgat’taki bu Bakkal ve Muhtar, beklenmedik bir biçimde onun araştırmasının temel figürleri oluverir. Ve nihayet çok geçmeden, bu Bakkal ile Muhtar’ın hikâyelerinin modern Türkiye’nin hikâyesi için oldukça öğretici bir kıssa olduğu kanısına varacaktır.

Tosun B. araştırma kapsamında görüştüğü köylülere birtakım sorular sorar. 1950 Türkiyesinin Balgatında bu sorulara verilen yanıtlar bize o günün insanını anlamada (Lerner’ın perspektifine sıkışıp kalmadan) bir fikir verebilir. Sorulardan biri, “eğer Türkiye’nin başbakanı olsaydınız karşılaştığınız en büyük soruna nasıl bir çözüm üretirdiniz?” sorusudur. Tosun’un aldığı yanıtlar elbette değişkendir: yoksul çoban bunun hayalini dahi kuramazken Muhtar, “ben daha köyü zor idare ediyorum, ülkeyi nasıl yöneteyim?” der. Tosun ısrarla “köyün için ne yapmak isterdin?” diye sorunca da, “köylüler için para ve tohum desteği” der. Bakkal ise tereddütsüz yanıt verir bu soruya: “köylüler gidip şehri görsünler de ömürlerini bu delikte geçirmekten kurtulsunlar diye yollar yapardım”.

Görüşmedeki sorulara verilen yanıtlar bir sonraki soruda da benzer bir çeşitlilik gösterir. Tipik bir köylünün yanıtlamaktan imtina ettiği “Türkiye dışında bir yerde yaşamanın hayalini kursanız, bu neresi olsun isterdiniz?” sorusuna çoban uzun ısrarların ardından “ülkemi terk etmektense ölürüm daha iyi”, diye yanıt verir. Muhtar’ın yanıtı da oldukça benzerdir: “Burada doğdum, burada büyüdüm, burada öleceğim”. Öte yandan, Bakkal’ın yanıtı hiç gecikmez: adeta bu soruyu bekliyormuşçasına “Amerika” diye atılır söze. “Çünkü duydum ki Amerika güzel bir ülkeymiş, orada en sıradan insan bile zengin olma olanağına sahipmiş” diye açıklar, nedenini sormaya fırsat bile vermeden 4.


Figure 3: 1950’ler Türkiyesi için Amerika yalnızca Bakkalın rüyalarını süslemiyordu.
Celâl Bayar partisinin Taksim’deki mitinginde konuşuyor, 21 Ekim 1957, Cumhuriyet Gazetesi

Tosun B. köylülere “bu köyde kime akıl danıştıklarını” da sorar. Muhtar’a göre köyün kanaat önderi kendisinden başkası değildir. Köydeki tek radyonun da sahibi olan muhtar bazı akşamlar evinin salonunda haberleri dinlemeye davet ettiği köylülere, biten haberlerin ardından nutuk atmayı ve tüm bu olanlardan ne anlaşılması gerektiği üzerine bir konuşma yapmayı ihmal etmez. Diğer yandan köylünün Bakkal’a da akıl danıştığı olur. Özellikle de şehre inecek olan köylüler önce Bakkal’a gelip Ankara’ya gittiklerinde ne yapabileceklerini, nerelere gidebileceklerini ve mallarını nereye satabileceklerini sorarlar.

Kendisinden beklenecek bir biçimde kültürel olarak da daha modern zevklere sahip olan Bakkal, izlediği filmler ile ilişkisi bakımından da farkını hissettirir. “Sıkıştık kaldık bu delikte, köyün dışındaki dünyada neler olup bittiğini bilmemiz gerek” diyen Bakkal filmlerin onun hayal dünyasını genişlettiği kanısındadır. Hayalini kurduğu daha büyük bir bakkal imgesinin, izlediği filmlerdeki rafları tüm duvarları kaplayan süpermarketlerden kaynaklandığını anlarız. Lerner tam da bu noktada kendince kritik şu soruyu sorar: Muhtar’ın kılıcı mı yoksa Bakkal’ın kalemi mi, Balgat’ı hangisi yönetecek? Balgatlılar hangi yoldan gitmeyi seçecek: Muhtar’ın yolundan mı yoksa Bakkal’ınkinden mi?

Balgat’ın “modernleşmesi”

Lerner bu sorunun yanıtını aramaya kendisi gidecektir. Tosun B.’nin yaptığı bu görüşmelerden dört yıl sonra, 1954 senesinde, Yunanistan, Mısır, Suriye ve İran gibi bir dizi ülkeye yaptığı seyahatin ardından Türkiye’ye gelir. Lerner’ın aklında hep Balgat vardır. Öyle ki bir an evvel Ankara’yı görmek isteyen Lerner, İstanbul’dan planladığından üç gün erken ayrılır. Ne Sultanahmet Camii’ni ne de Ayasofya’yı Balgat kadar merak etmektedir.

TosunB.’nin başka bir araştırmanın parçası olarak Kuzey Afrika’ya gitmiş olmasından dolayı kendisine daha önce aynı araştırmanın İzmir ayağında yer almış Tahir S. eşlik edecektir. Fakat bu defa yanına bir de kadın görüşmeci götürmek ister. Ankara Üniversitesi’nden gelen Zilla K. İsimli bu kadını Lerner şöyle tarif eder: “otuzlu yaşlarda, yarı-eğitimli, uyanık, talimatlara uyan, Balgat’taki erkeklerle olan ilişkimizi sekteye uğratacak kadar seksi olmayan ama kadınları kışkırtmaya yetecek kadar da şık”.

Üç araştırmacı bir araca binip Balgat’ın yolunu tuttuklarında Lerner’ın kafasında Tosun B.’nin önceki ziyarette yaptığı görüşmeler vardır. Tosun’un “bir yolu olsaydı araçla yarım saatte ulaşmak mümkün olurdu” dediği Balgat’a 20 dakikada varırlar. Artık bir yola kavuşmuş olan Balgat’a Ulus’tan saat başı kalkan otobüs seferleri bile konulmuştur. Hem de yalnızca 20 Kuruş’a Ankara’nın kalbi Ulus’tan Balgat’a yarım saatten az bir sürede ulaşmak mümkün olmaktadır. Bakkal’ı anımsayarak, Balgatlılar nihayet deliklerinden dışarı çıkıyorlar diye düşünür. Balgat’a ilk indiklerinde Lerner tanık olduklarından çok etkilenir: yol yapılan köye elektrik gelmiş, biri okul ve biri de polis merkezi olmak üzere onlarca yeni bina inşa edilmiş, jandarma ise yerini polise bırakmıştır. Yalnız Muhtara has bir ayrıcalık olan radyo artık pek çok eve girmiştir.


Figure 4: 1950 öncesi ve sonrası yolları gösteren Ankara şehir planı.
Kentin güney ve batı hattına uzanan yolların Balgat’ı kent merkezi
ile yakınlaştırdığı görülebiliyor. Kaynak: Ali Cengizkan, Bağ Evi’nden
Villa’ya: Ankara Keçiören Bağ Evleri ve Kent Konutu Tipolojisinde
Dönüşüm. “Modernin Saati”, 1, (2002), s.119-142.

Lerner’ın muhtar ile ilk karşılaşması, onda tanıdık bir sima ile yüz yüze geldiği hissini uyandırır. “Tam hayal ettiğim gibi” der Lerner, “İnce, uzun boyu, sert mizacı ile dimdik yürüyerek bana yaklaşıp doğrudan gözlerime baktı”. Lerner’ın kendisini tanıtmasından ve durumu izah etmesinden sonra Muhtar görüşmeleri ve Tosun B.’yi hatırladığını söyler. Muhtar’a göre o günden bu yana Balgat’ta çok şey değişmiştir. Hatta öyle ki Balgat artık bir köy bile değildir. Daha geçen ay Ankara’ya bağlanan Balgat’ta kaç hane olduğunu artık kendisi bile bilmemektedir. Köyün Ankara’ya bağlanmasının ardından muhtarlık kurumu da ortadan kalkacaktır: “Balgat köyünün son muhtarı olmaktan ve köyün tarihinin böyle güzel bir sona erdiğini görmekten son derece memnunum”, der Muhtar.

Tüm ömrünü Balgat’ta geçiren ve bütün bu süre boyunca burada olup bitenlere tanık olan Muhtar, geçen dört yılı şöyle özetler:

“Her şey o yılki seçim ile başladı. Demokrat Partililer Balgat’a geldiler ve buranın neye ihtiyacını olduğunu sorup, seçildikleri takdirde neler yapacaklarını anlattılar. Hükümete karşı duracak cesarete sahip insanlardı. Hepimiz onlara oy verdik çünkü Halk Partililer fiyatlarla başa çıkamaz olmuştu, bu adamlar ne dedilerse yaptılar. Bu yolu yapıp jandarmayı gönderdiler. Zamanla her şey daha iyiye gitti burada. Artık hepimiz Demokrat Partiliyiz.”

Muhtarın sözünü ettiği değişimlerin köyün kadınları üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu merak eden Lerner, Zilla K.’nin köydeki kadınlarla görüşme yapması için muhtardan yardım ister. Muhtar hemen kendi ailesindeki kadınları önerecektir. Bu durum Lerner’ın aklına “Muhtarı dinleseydim yalnızca onun ailesiyle görüşmekle yetinmek zorunda kalacaktım” diye yazan Tosun B.’yi getirir. Zilla K., Muhtar’ın karısı ve iki gelini ile görüşür. Zilla K.’yi orada bırakan Lerner ve Tahir S.’nin bir sonraki hedefi Bakkal’ı bulmaktır. Köyün kahvesine giden ikilinin etrafına dakikalar içinde köyün erkekleri toplanır ve Tahir’e Lerner ile ilgili sorular sormaya başlar. Tantananın ardından Lerner ve Tahir’in meramının anlaşılmasıyla birlikte sözü alan uzun boylu, ince ve sert mizaçlı bir çiftçi Balgat’ta yaşanan değişim ile ilgili Muhtarınkine çok benzer şeyler anlatır: yol, otobüs, su, elektrik. Gelgelelim, yaşanan değişimden memnun olmayanlar da vardır. Nihayet içlerinden bir tanesi, artık 2 lira bile etmeyen gündeliklerden sözü açar. Ankara’nın emek piyasası ile rekabet edemez hale gelen Balgatlı çiftçiler tarlalarını birer birer terk ederek fabrikalarda işçi olmuşlar, günde 8 saat çalışıp anca 5 lira kazanabilir duruma gelmişlerdir. Bu durumdan yakınan adam ise kendi tarlasını çoktan başkalarına kiralayıp emekliye ayrılmıştır. Bir önceki ziyarette görüşülen çobanın akıbeti de çiftçilere benzer: ortada güdülecek bir sürü kalmadığından çoktan buraları terk etmiştir. Lerner’ı asıl etkileyen ise büyük yakınlık duyduğu Bakkalın ölüm haberi olur.

Lerner ertesi gün Muhtar ile bir öğle yemeğinde buluşur. Muhtarın karısının pişirdiği ve gelininin servis ettiği bir yığın taze köy ekmeğinin yanında büyük bir kâse yoğurttan oluşan yemeğin ardından Muhtar onları büyük oğlunun bakkal dükkânına götürür. Bir önceki görüşmelerde “yiğitçe savaşıp ölmeyi öğrenmesini” istediği oğullarından büyük olanı artık bir bakkal sahibiyken küçük olanı da bir giysi dükkânı açmıştır. Balgat köyünün gelenekçi Muhtarı yollar, binalar ve radyoların yayılmasıyla birlikte kentleşip “modernleşen” Balgat’ta Bakkalın temsil ettiği modernleşmeci anlayışın karşısındaki moral üstünlüğü çoktan kaybetmiştir.

Balgat bu dört yılda çarpıcı bir dönüşüm geçirmiştir: Bakkal ölmüştür fakat onun ruhu Balgat’ın son Muhtarının çocuklarında yeniden beden bulmuştur.
 


1 Yazı boyunca aktaracağım hikâyenin kaynağı için bkz: Lerner, D. (1958) “The Chief and The Grocer: A Parable” The Passing of Traditional Society: Modernizing the Middle East. New York: The Free Press Lerner’ın Balgat hikâyesi siyaset bilimi, iktisat, sosyoloji gibi alanlarda çalışanlar arasında oldukça popüler bir metindir. Bu hikâye, Balgat’ın olduğu kadar Ankara’nın ve Türkiye’nin de “modernleşme” serüvenine ilişkin pek çok şey anlatır. Hikâye her ne kadar bir “modernleşme” anlatısı olarak kurulmuş olsa da Türkiye’nin ABD merkezli kapitalist dünyaya eklemlenme sürecinin küçük bir köydeki yansıması olarak da okunabilir. Bu bağlamda, aktarılan hikâyeyi pek çok açıdan önemli bulmakla birlikte, yazarın ortaya koyduğu teorik çerçeveye ve araştırmadan çıkarılan sonuçlara katılmadığımı belirtmeliyim. Lerner’ın yaklaşımını ve daha genelde modernleşme kuramını ele almak ise ne yazık ki bu yazının sınırlarını aşıyor. Bu konuda daha detaylı bir tartışma bekleyen okurları baştan uyaralım.

2 Lerner’ın araştırması savaş sonrası kapitalist dünyada üstün konumu kesinlik kazanan ABD’nin dış politikası için kritik önem arz ediyordu. Bu bağlamda araştırmaya ABD hükümetince sağlanan desteğe ilişkin detaylı bir tartışma için bkz: Shah, Hemant (2011). The Production of Modernization: Daniel Lerner, Mass Media, and the Passing of Traditional Society. Philadelphia: Temple University Press

3 Bu incelemede bağımsız değişkeni oluşturan endüstriyel şehircilik Lerner’ın temel kalkış noktasıdır. Bir modernleşme kuramcısından bekleneceği üzere Batı toplumlarının izlediği modernleşme örüntüsünü kendine referans olarak alıp bu süreci Ortadoğu toplumlarında takip etmek ve tepkileri ölçmek niyetindedir.

4 Lerner her ne kadar kendi kuramı çerçevesinde Bakkal’ın bu “Amerika sevdasını” -diğer pek çok şey ile birlikte- onun modernliği ile ilişkilendirse de, 1950’ler Türkiyesinin ABD ile geliştirdiği ilişkiler (Marshall yardımları, Kore Savaşı, NATO üyeliği ve daha pek çok başka şey) düşünüldüğünde bu ABD sevgisi oldukça anlaşılır bir durumdur. Türkiye’nin 1940’lı ve 50’li yıllardaki siyasal-toplumsal dönüşümünü ve ABD eksenli uluslararası siyasete eklemlenmesini tartışan bir çalışma için bkz: Uslu, Ateş (2015) “Hür Dünya’nın Saflarında”, Atılgan, Gökhan vd. (ed.) Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Siyasal Hayat, İstanbul: Yordam, 341-386