balkon

Dört duvar üzerime üzerime gelince kanepenin köşesinden fırlıyorum. Balkona atıyorum kendimi. Camekânlı serama.  Otuz yıllık balkonum. Altmış beş yıllık ömrümün neredeyse yarısına yakınının geçtiği evimin balkonu. Renk renk sardunyalarım, çiçeğe duran kaktüslerim, bu da bende yok diye aldığım Sukulenta’larım, yerini sevip ağaca dönüşen Benjamin’im, saksısına sığamayan Aloe vera’larım ve ben.

Balkonlu evlerde büyüdüm, balkonlu evlerde oturdum. En çok sefasını sürdüğüm Bahçelievler’deki evimizin balkonuydu. Sokakta oynayamadığımız zamanlarda veya birbirimize doyamayıp devam etmek istediğimizde, balkondan balkona ya da balkondan pencereye yapılan sohbetler. Pazardan alınmış avuç içlerine zor sığan ısırdıkça suları akan kokusu öteden duyulan yarma şeftaliler, tuza banılmış papaz erikleri, buzdolabından yeni çıkmış buharı tüten İzmir üzümleri, akşam üstü açık mutfak pencerelerinden gelen kızartma kokuları,  “Bir şarkısın sen ömür boyu sürecek” diyerek Berkant’ın sokak aralarında gezinen sesi. Gün batımından önce evlerine dönen babalar. “Yemek hazır, hadi kızım hadi oğlum sana söylüyorum,” diye bağıran anneler, dikdörtgen, oval masalarda toplananların çatal bıçak seslerinden sonra bulaşık yıkamaya geçen annelerle beraber startın verilmesi, balkona ilk çıkanın çaldığı ıslıkla yine pencereden sarkan başlar ya da sandalyede oturan gövdeler. Herkes eve çekildikten sonra balkonların birbirine baktığı apartman aralarında uçuşan yarasalar.

Üniversiteyle birlikte değişen yaşamlar, özgür olduğun hissine kapılma -her ne kadar olmadığını sonradan anlasan da-  sağ sol çatışmalarının arasında bile yaşanan farklı heyecanlar, buluşmalar, kantin sohbetleri, anne babadan gizli içilen Birinci’ler, Bafra’lar, filtresiz Yeni Harman’lar, gidilen sinemalar, gezilen sokaklar, oturulan pastaneler ve önemi gittikçe azalan balkonlar. Üniversite bittikten sonra yağmuru görünce kabuğundan çıkan salyangozlar misali nişanlanmalar, balkona taşan sesler, sigara dumanları, kahkahalar, dans müzikleri, bir yıla kalmadan apartmanın kapısından çıkan gelin ve damatları balkonlardan sarkarak uğurlamalar, yaşaran gözler, onlardan son bakışlar, el sallamalar, nikâh salonundan sonra bir daha görüşüp görüşemeyeceğini bilemediğin yeniden kurulan hayatlar. Balkonlu ya da balkonsuz.

Şimdi Bahçelievler’den ve o gençlik günlerinden çok uzakta balkonumdan dışarıya bahçeye, bahçe duvarının arkasındaki parka bakıyorum. Dört duvarın sessizliğinin boğucu gürültüsünden kaçıp buraya sığındım, doğanın sesini dinliyorum. Serçeler şakıyor, dalların birinden diğerine atlarken baharı kutsama dansı yapıyorlar. Tomurcuklanmış sardunyalar, ufarak parlak yeşil yapraklarla dallarının ucu şenlenmiş incir, yerlerde öbek öbek bitkilerle uyanıyor doğa, her geçen günün kendinde yarattığı değişimin farkına vararak.

Park öyle duruyor bekliyor. Müdavimlerini… Aramızdaki on kanat çırpışı mesafe büyüdü, ulaşılmaz oldu, dünyayı saran virüs belası yüzünden. Ne ben gidebiliyorum yollarında adımlarımı saymaya, ne insanlar yürüyebiliyor, köpeklerini gezdirebiliyor, ne de gençler kuytu köşelerde buluşup hasret giderebiliyorlar. Park kapandı. Biz kapandık. Biz; altmış beş yaş üstü ve yirmi yaş altı. Ölme riski olanlar ve virüs taşıyabilenler. Ama aradakiler ve de yirmi yaş altında çalışmak zorunda olanlar, onlar hâlâ sokakta, maskeli maskesiz, ulaşım araçlarında, işyerlerinde yan yana, omuz omuza. Onları koruyacak bir babayiğit daha çıkmadı. Balkon konuşması yapanların mesafesi hep fazla olduğu için aşağıları göremediler. Biz altmış beşlikleri de görmezlerdi yoğun bakım kapasiteleri söz konusu olmasa.

Benim balkonda konuşacak, dinleyecek kimsem yok. Pencereme gelen kediler, parkta gezinen sokak köpekleri de görünmüyorlar. Sahi nereye gitti onlar? Aklımda sabahtan akşama gezinen, dişlerimi kilitleyen düşüncelerle bir çözüme ulaşamayacağımı biliyorum ama yine düşünmeden edemiyorum. Balkon ve içeriye giren açık hava zihnimi daha da açıyor. Diyorlar ki virüsten sonra her şey değişecek Buna inanmıyorum, çünkü güvenim yok. Doymak bilmeyen insana, balkondan konuşanların hırsına. Bir gün gelecek, bitti denecek, bitti mi ne kadar bitti,  bilemeyeceğiz yine de sokağa çıkacağız günlük hayatımıza döneceğiz, güneşin sıcaklığını rüzgârın yanağımızı yalayan serinliğini, yağmurun saçlarımızın arasından inen ıslaklığını hissedeceğiz yeniden. Doğa anayla romantizmimizi yaşadıktan sonra yeniden saracak film başa. Koşuşturmalar, didinmeler, almalar vermeler, satmalar, daha çok istemeler, kârlar, yükselen inen grafikler, borsalar, endeksler, yollar köprüler, yükselen binalar, otomobiller, nükleer silahlar, savaşlar, robotlar, yanan ormanlar, katledilen sit alanları, ırzına geçilen Salda’lar, eriyen buzullar, nesli tükenen hayvanlar……..

Balkonumuz hep burada olacak. Yeni bir nefes ihtiyacımız için.