balkon

İlginç zamanlardan geçiyoruz ve her ilginçlik bir yerde kendi düzenini yaratıyor. İnsan her şeye alışıyor içerisinde bulunmak durumunda kaldığı şu garip zaman diliminde. Üstelik şartlar ne olursa olsun her şey kısa sürede kendi rutinine bağlanıyor. Olağanüstü günlerde bile günler bir süre sonra öngörülebilir, eylemler haftalık günlere bölünebilir hale geliyor. Her şey son sürat Haldun Taner’in “Yalıda Sabah” öyküsüne dönüyor. Bilenler bilir, Taner o meşhur öyküsünde balkonuna daktilosunu koyar ve tüm gördüklerini kaydeder. Öykü, karşımıza çıkan olaylarda hayatın akışında bir rutin ve öngörülebilirlik içeriyor. Öyle ya da böyle hayatın kendi içerisinde hep bir düzen var ve tüm düzensiz gibi görünen durumlar bir sonra kendi düzenini de tesis ediyor.

Lâkin yine de insan evde zaman geçirme süresi arttıkça düşünmeye ve kendi ahvalini incelemeye daha çok koyuluyor. Örneğin evle kurduğumuz ilişkiler şu dönemde değişime uğramaya başladı. Birçoğumuz için mesai sonrası akşam karanlığında göz göze geldiğimiz evimizle artık gündüzleri de beraberiz. Balkonlarımızdan, pencerelerimizden sokağın ritmini, açık havayı, sıcaklığı ve baharın gelişini kısmen de olsa yakalayabiliyoruz. Bu anlamda balkonların varlığı çok önemli. Öyle ya da böyle, bir dünya hayat balkona sığabilir, yetmez dünya bile seyredilebilir.

Mahallenin sütçüsü, siyah renkli arabasıyla saatini şaşırmadan korna çalarak mahalleye giriş yapıyor. Sokaklar bomboş, arabasıyla aynı renk t-shirt giyinmiş sütçü, kafası pencerelerde müşteri arıyor. İnsanlar hijyen gerginliği sebebiyle süt meselesinde ikileme düşmüş gibiler, pencerelerden hareket yok sadece, korna sesinin kaynağını arayan perdenin arkasında meraklı gözler var. Arabayla aynı renkteki bir köpek telaşla arabaya yanaşıyor, süt kokusu arabanın cazibesini arttırmış belli ki bagaj bölgesine doğru yoğun bir koku araştırması söz kokusu. Siyah köpeğin arkasında maskeli, eldivenli sahibi, köpeğine ufak bir işaret yaparak yürüyüşlerine devam etmelerini istiyor. Tepeden iki siyah karga geçiyor bu sefer. Kargalar her gün olduğu gibi çatıların üstünden serbest dalış yapıyorlar, kiremitler arasında zıplayarak etrafı kolaçan ediyorlar. Anten üstünde durmayı tercih eden saksağanlar ise her an bir muzırlık yapacakmışçasına kargaların telaşlı hallerine bakıyorlar.  Gökyüzü ilk defa bu kadar sakin. Uçak hareketliliği uzunca bir zamandır yok.

Kadrajımı tekrardan aşağıya, sokağa kaydırıyorum. Siyah arabalı sütçü sokaktan ayrılmış, başka mahallere doğru şansını aramaya koyulmuş. Sokak hızlıca sessizliğe gömülüyor. Tepede toplanan bulutların varlığıyla rüzgâr esmeye başlıyor. Yapraklar hareketleniyor ama rüzgârın devamı gelmiyor. Geldiği gibi gidiyor… Sessizliği kırmak için telefonumdan Chick Corea’nın “Windows” parçasını açıyorum. Akdenizlilik her durumda ve her şartta iyi gelir bünyeye. Saatime bakıyorum, votka-soda içmek biraz erken olabilir mi diye düşünüyorum ama şu zamansızlık anlarında hiçbir şey erken değildir diyorum. Böylesine harika bir felsefi önermeyi ortaya attığım için de kendimi tebrik ediyorum. Corea, piyanonun hızını bir arttırıyor.

İçeri gidip votka-sodayı hazırlıyorum. Balkona tekrar kuruluyorum.

Bu sırada kadrajıma bir kedi geliyor. Asfaltın üzerinde dilediği gibi geziniyor, arada durup temizlik yapıyor, tekrar otuyor, etrafı izliyor. Kedisel zamanda başka bir durum söz konusu hiç şüphesiz… Yoldan düşük seyirlikte de olsa insan akışı söz konusu. Hemen hemen hepsinde maske, şal, güneş gözlüğü, eldiven söz konusu. Bazıları tedirgin bir şekilde alışveriş poşetleriyle evlerine dönüyorlar. Mahalleye tam bu sırada üç tane, eşofmanlı, “Trainspotting” filminden çıkmış gibi duran, maskeler fora bir şekilde asfaltta volta atan tip giriyor. Yolun karşısından gelen kıza sosyal mesafeyi koruyarak clark çekiyorlar. Ama şartlar ve zaman uygun değil, bu girişimleri boşa gidiyor hiç şüphesiz.

Bulutlar sağa ve sola doğru çekiliyorlar. Aralarından güneş ortaya çıkıyor. Sıcaklık artıyor, mavi gökyüzü halı gibi yayılıyor üstümüze. Yeşil eriğin çıkması yakındır; balkonda rakı, yeşil erik günleri tek tesellimiz olsun. Karşı apartmanlarda pencerelerde dışarıyı izleyen gözlerde artış var. Evinde sigara içmeyi uygun bulmayanlar, kapalı balkonlarında seri bir şekilde sigaralarından üfleyip dışarı veriyorlar, boş gözlerle sabit bir yere bakıyorlar. Zihin haritalarında pek bir düşünce imgesine rastlanmayacağı öngörülebilir. Güneş ışınları yavaş yavaş tüm kızıllığıyla pencerelere düşmeye, salonlara dik açıyla geliş yapmaya başlıyor. Birazdan güneş batacak, yarın kendi zamansallığını ve rutinini yaratacak. Zamanın akışını bozan ve yenileyen her küçük durum algıladığımız anı zenginleştirecek. Zamanı algılayışımız mekânlardan, anlardan içinde bulunduğumuz durumlara göre farklılık gösterebilir. Mevcut şartlar bizi farklı bir yaşam tarzına sürüklüyor. Bu yeni zaman biçimi de yeni görme biçimlerine alan açıyor. Tıpkı Nuri Bilge Ceylan’ın dediği gibi:

“Hayatın bir şekilde yavaşlaması algılama gücümüzü nasıl da arttırıyor. Çok hızlı yaşadığımız için yaşadığım hiçbir şeyin duygusunu gerçekten algılayamadığımı duyumsadım. … Algılarımızın keskinliğini arttırmak için hayatımızın temposunu düşürmemiz gerektiği aşikâr.” (Kurgu Günlükleri)