Beş yaşındaydım. Saçlarım güçsüzmüş, kuvvetlensin diye babam sıfır numara kesmiş saçlarımı.Kesilişini hatırlamıyorum. Kel olduğumun ilk farkına vardığım an, sokaktaki çocukların “oğlana elbise giydirmişler” diye avaz avaz bağırdıkları andır. Aldırdım mı? Hayır. Çocukluk travması? Hayır.Babama hayran olduğumdan mıdır, nedir, bu durum hatıra çekmecesinin en komiği olarak durur.
Oturduğumuz ev, Karaorman göçmeni, mahallenin muhtarı, gözükara CHP’li dedemin iki katlı eviydi. Üstte dedem, anneannem, hiç evlenmemiş teyzem, altta da biz otururduk. Bahçe bizim, balkon onlarındı. Annem kel kafama uygun şort-gömlek dikene kadar bahçe-sokak hayatım sona ermişti.Balkon hayatım başlamıştı. İşte o zaman keşfettim kel kafamı okşayan esintinin letafetini. Balkona bir yandan hanımeli dolanırdı, esinti onun kokusunu getirirdi. Bahçedeki vişne ağacının yapraklarının arasında dolanır, oradan kırık dökük notalar taşırdı balkona.
Sonra büyüdüm, şehir merkezine taşındık. Küçük balkonlu, büyük salonlu evimize. Dedemin hanımeli kokulu, müzikli balkonu uzakta kaldı. Sonra anneannem, sonra da dünyanın en leziz cızbız köftesini yapan dedem öldüler. Dayım, önce ailenin deyimiyle âsâr-ı atîka saati erkek çocuğun hakkı diyerek evine götürdü, sonra “Ablam tek başına burada oturamaz” diyerek evi sattırdı, teyzemi merkeze taşıdı. Dedemin hanımeli kokulu, müzikli balkonu hepten hatıra çekmecesine gitti.
Ne zaman başım sıkışsa o balkonu, o balkonun beni ferahlatan esintisini duydum yüreğimde. Balkon özlemim bitmemiş olacak ki şimdi oturduğumuz evde salonunun bir kısmını balkona katmak istedim. Yüreğim sıkışacak olursa, o balkonda oturayım o esintiyi bekleyeyim diye. Ama olamazdı. Balkon büyüyünce eğim iyi olmazsa içeri su girerdi. Hem pencere balkonun içinde kalınca salon karanlık olurdu. Dertsiz başımıza dert mi çıkarmak istiyordum?
Ah bu erkekler! Ah bu erkeklerin mantıklı halleri! İtiraz edip diretsen, o yaptırdığın balkondan içeri qtaşkın olur, teyzen evde tek başına otursa eve kesin hırsız girer.
Zaten erkekler elbise de giyemez!