dilek


Fotoğraf: Ayşe Gültekingil

Anadolu’nun ortasında başladı Dilek’in hikayesi.

Kıvır kıvır saçları, kocaman gözleri, küçücük bedeni ile katıldı ailemize.

Nadir görülen hastalığının teşhisi kondu.

Dilek ve ailesi yaşamayı, yaşatmayı seçti.

Ve bir bebekten Dilek’i yarattılar.

Biz kazandık, hepimiz kazandık, herkes kazandı Dilek’i.

Dilek’te ağaçların dalından, kuşların kanadından, buğday tarlalarından, taş konaklardan, anneannesinin yeleklerinden, babaannesinin patiklerinden, dedelerinden, güneşin sofrasından, dostlarının arasından biriktirdikleri ile annesinin kucağında, babasının ocağında, kardeşinin yanı başında masal gibi bir hayat yarattı.

Aklı, zekası, cesareti hastalığının önündeydi hep.

Dallarında rengarenk kumaşlar bulunan her derde deva “dilek ağacı“ gibiydi Ankara’nın orta yerinde.

Turuncular, kırmızılar, sarılar, ille de morlar…

Kıyafetleri, çantaları, şalları, takıları rengarenkti.

Dünyanın derdini de çözmeye çalıştı kendi derdini de.

Üstüne üstüne gitti hayatın.

Bilimle, sanatla, siyasetle.

Tüm dünya evi oldu,

Tüm insanlar da kardeşi.

Umut oldu herkese.

Bozkırda çiçek,

Dağlarda kardelen gibi,

Küçük kara balıklar gibi,

İşte “Dilek olmak” böyle bir şeydi.

Masal gibi bitsin yazı:

Gökten üç elmanın ikisi düşsün bu kez,

biri okuyanların, biri yazanın biri de senin olsun sevgili Dilek Kumcu.

Sen en güzel hediyesin dünyaya ve teyzene…