Fotoğraf: Can Mengilibörü
Ankara’nın en kozmopolit, en nizamı zor, en meşhur, en kaotik ama yine de sevenleri için en güzel parkı “Kuğulu Park”… Esat-Kavaklıdere-Ayrancı üçgeninde yaşamlarının bir kısmını sürdürmüş olanların öykülerinin kalıcı bir parçası haline gelen, şehrin kilometrelerce uzağına taşınsalar da kendileri için “düzenlenmiş” yeşil alanları bırakıp şehrin tam göbeğindeki şiddetle karmaşık parkına koşturan, hatta Ankara’da görülecek ne var diye soranları hevesle “Kuğulu Park!!!” diye cevaplatan, ilk defa görenlere ise karmaşasına, insan başına düşen ağaç sayısının azlığına, çimenlerin garibanlığına, tam ortasındaki kebapçının tuhaflığına bakıp bakıp “ne anlıyorsunuz şurdan bilmiyorum ki” dedirten ama üçüncü gelişten sonra onlarda da bağımlılık yaratan bir acayip park…
Fotoğraf: Ayşe Gültekingil
Peki gerçekten ne var ki Kuğulu Park’ta?? Bir kere Kuğulu Park her şeyden önce oraya nereden girdiğiniz, ne için girdiğiniz ve ne kadar vaktiniz olduğuna göre hacminden beklenmeyecek vaatler sunar size ama gizlice. Çocukluğunu Ankara’nın o bölgesinde geçirmiş olanlar için Kuğulu Park oyun alanlarının en güzelidir, yolda alınan, sonuna gelmeden eriyen dondurma, kaydırakta bulunan arkadaşlar, kum havuzunda çıplak ayakla toprağa basma, çeşmesine ağız dayayıp içilen buz gibi sudur. Sonsuz kaostur oyun alanı, kırılan ve tamir edilen kalpler, bir daha buluşulabileceği şüpheli olsa da sonsuza dek sürecek arkadaşlıklar, parçalanan dizler, salıncak beklemenin sabırsızlığıdır, kendi başına bir dünyadır. Biraz büyüyene kadar parkın kalan hayatının farkında bile olmaz küçük insanlar.
Oyun alanının kaosunun antitezi; kuğular, emekliler, aşıklar ve okuldan kaçmış ergenlerin sessizliğinin oluşturduğu daimi huzur alanı, gölün olduğu arka bölümdür, iki ana bölümün bağlantısını ise solunda meşhur çeşmenin olduğu taşlık yol sağlar, bu taşlık yoldan geçmek ise hiç de öyle kolay değildir, zira parkın esas sakinleri burada yaşar.
Fotoğraf: Ayşe Gültekingil
Burada bir parantez açıp bir şehir efsanesinden bahsetmeli. Kuğulu Park’ın adı neden Kuğulu Park’tır? İlk açıldığında hiç de o kadar popüler olmayan park, Vedat Dalokay başkanlığı döneminde günümüzdekine yakın bir nizama getirilmiş, bu arada da Viyana’dan kardeş şehir olma anısına getirilmiş olan 2 adet kuğu (Viyana ve Ankara!) parka yerleşmiştir. Zaman içinde kuğuların sayısı ve çeşitliliği sürekli değişmiş, kimi zaman da kuğular tamamen parktan taşınmışlardır. Bu taşınmaların ilki 12 Eylül sonrası kuğuların Seymenler Parkı’na taşınmasıdır, ancak parka sevdalı kuşlar Kuğulu Park’a geri uçmaya çalışırken şehir hayatı girdabına mağlup olmuşlardır (12 Eylül, kuğular ve çocuklarla ilgili pek tatlı bir hikaye için Ece Temelkuran’ın “Devir” kitabını lütfen okuyunuz).
Fotoğraf: Can Mengilibörü
Bülent Tanık’ın belediye başkanlığı sırasında da park tadilat amacıyla kapatılmış, kuğular geçici olarak Maltepe’ye taşınmış, burada mahalleli tarafından oldukça sevilseler de tadilat sonunda yuvalarına geri dönmüşlerdir. Halen de parkın ortasındaki gölde, ancak neden olduğunu anlamakta zorlandığımız şekilde tellerle birbirinden ayrılmış şekilde yüzmeye devam ediyorlar.
Ancak kuğular her ne kadar pek ünlü ve pek zarif olsa da parkın gerçek sakinlerinin oransal ve görünümsel olarak pek de o kadar şiirsel olmayan başka kuşlar olduğu çok açık: Ankara’nın gerçek endemikleri güvercinler. Adaletli bir dünyada, parkın ismi de Güvercinli Park olmalıydı ancak devir güzellik devri.
Fotoğraf: Can Mengilibörü
Parkın esas yerleşikleri güvercin abi ve ablaları her köşede görmek mümkünse de, esas sosyalleşme alanları oyun alanı ve yeşil alanı bağlayan taşlı yoldur. Buradan küçük rüşvetler vermeden geçmek, hele de yamacınızda bir çocuk varsa imkansıza yakın. İki seçeneğiniz var: ya tam arkanıza dönüp 50 metre ötedeki simitçi abiden taze simit alıp biraz siz de sebepleneceksiniz ya da gerçek bir kuş sevgilisi iseniz sağdaki abiden yem alıp parktaki tüm kuşların 10 saniyede nasıl etrafınıza geldiğine şaşıracaksınız. Yapabileceğiniz en güzel şey ise yemi alıp oralardan geçen 4-5 yaşlarındaki bir küçük insanın eline vermek ve muhabbetlerini izlemek olacaktır.
Fotoğraf: Ayşe Gültekingil
Kuş kontrol bölgesinden geçtikten sonra park iradenizi eline alacak, niye yaptığınızı bilmeden sağa dönüp göl etrafında tura başlayacaksınız. Ve turun bir noktasında banka oturmaya karar vereceksiniz. Ondan sonrası tamamen size, karakterinize ve hayattaki boşluğunuza kalmış, boş boş saatlerce oturabilir, insan canlısı gözlemi yapabilir, parkın sakini ve hazırlıklısı iseniz termosta getirdiğiniz kahveyi yudumlarken bir sigara tellendirebilir veya çaycı abinin geçmesini bekleyebilirsiniz (önemli tavsiye: abinin verdiği çayların taze olduğu bilgisi oldukça tartışmalıdır) veya o gün gerçek bir çılgınlık yapıp çimlerde oturabilirsiniz, zira parkta çimlerde oturmak, parkta nüfus patlaması olan günlerde bile genç sevgililer hariç nedense hiç tercih edilen bir metod değil (sebebini anlayabilen olursa kendisine müessesemizden çay ısmarlanacaktır).
Fotoğraf: Fahri Aksırt
Parkta boş boş oturmayı sevmem, ben dolu dolu bir insanım diyor iseniz, gerekli dolulukta sizi parkta tutacak çeşitli faaliyetler de bulabilirsiniz. Bunların en önemlilerinden biri fotoğrafçılık olacaktır. Parkın nedeni anlaşılamayan kurallarından bir diğeri de Ankara’da fotoğraf çekmeye başlayan her gence, deklanşörün yerini öğrendikten sonra Kuğulu Park’ta zorunlu doğa çekimi yaptırılmasıdır, insansız kare yakalamaya çalışırken tuhaf şekiller alan o fotoğrafçılardan biri de siz olabilirsiniz. Bir diğer dolu aktivite de parkta kitap okumaktır, eğer hazırlıksızsanız parkın dibindeki Dost Kitabevi yakın zamana kadar size suratsız yardım elini uzatabiliyordu, ta ki geçtiğimiz sene mali zorunluluklar yüzünden maalesef kapanana kadar. Karşıdaki DNR’dan kitap almaya eli gitmeyenler için hemen parkın Tunalı çıkışında soldan ikinci binadaki İş Bankası kitapçısı şiddetle önerilir.
Hayvanlarla ilgilenmeyi çok severim, parka bunun için gelirim derseniz, güvercinler artık malumunuz, güvercin değil daha bi cool hayvanları beslemeyi seviyorsanız meşhur kuğuları da besleyebilirsiniz… diye lütfen düşünmeyin zira kuğuların sağlıkları açısından sadece belli gıdalarla beslenmeleri gerekiyor, lütfen marulumuzu evden getiriyoruz böyle durumlarda.
Fotoğraf: Ayşe Gültekingil
Klasik park insanı değilseniz, keşfe meraklıysanız, bütün kalabalık içinde dikkat çekmeyen sizi bekleyen iki önemli nokta var. Birincisi oyun alanı tarafından Bulvar’a düz yürürken sağınıza bakmazsanız farketmeyeceğiniz, apartmanlar ve park arasına sıkışmış ev. Evin ne işi var burda demeyin, ev Ankara tarihinde oldukça önemli kişiler olan Kavaklıdere Şarapları’nın kurucuları Sevda ve Cenap And’a ait ve halen Sevda Cenap And Vakfı tarafından kullanılmakta. 1955’te yapılan evin, günümüze kadar apartmanlara direnerek kalmayı başaran bölgenin nadir müstakil yapılarından olması, ailedeki Ankaralılık ve anı değerinin büyük olması ile ilgili sanıyorum, hazır hala dururken azıcık geçmişi hayal etmekte veya en azından geçerken ufak bir selam vermekte fayda var.
Fotoğraf: Ayşe Gültekingil
İkincisi de parkın heykelleri. Daha görünür olanı Tunalı Hilmi Bey’in Tunalı tarafından girişte sizi karşılayan heykeli (ki kendisi ilk milletvekillerinden ve Sevda And’ın babası olur, ayrıca kendisi ilk mecliste, “kadınlara oy hakkı vermiyorsunuz, bari nüfusunu sayalım” demiştir), insani boyutları ve gülen ifadesi ile sıcaktır, ev sahibidir, kuşlar ve gençler tarafından soluklanmak üzere yoğun olarak ziyaret edilmesi bundan olsa gerektir. Parkın Bulvar tarafında kalan kör yamacının caddeyle birleştiği yerde bulunan ayakta öpüşenler heykeli ise Ankara’daki park heykelleri içinde en güzellerindendir, üstelik bunca yıldır öpüşmelerine rağmen tuhaf bir şekilde saadetlerini bozan da olmamıştır. Öpüşenler kimdir peki? Kimi der Sevda Hanım ile Cenap Bey, kimi der Atatürk ve Fikriye Hanım… kuşlar bilir galiba cevabını.
Fotoğraf: Tanju Gündüzalp
Parkın yerleşiği de pek çoktur, çaycı abi en emekçisi olsa da akordeoncu abi aklımıza ilk gelen, görmeyince merak ettiğimizdir, özellikle koşmaya sadece onun için ara veren ve akordeon sesi ile hipnotize olan çocukların gözünde. Dükkanlar ise iyi ki azdır, en göz önünde olanı çocuk alanına bakan kafe, ilk zamanlarda zarif bir yer olsa da yıllar içinde el değiştire değiştire kebapçı türevi bir yapıya dönüşmüş, yerinin getirisi ile kendini çeviren özelliksiz bir mekan halini almıştır. Göle bakan alttaki pastane de parkın ilk yıllarında enfes bir huzur mekanı iken benzer akıbete uğramıştır. Parkta yeme içme denince akla parkın kendisi kadar meşhur komşusu Kıtır gelir. Aynı park gibi ne özelliği olduğu tam kavranamasa da mahalleli tarafından terkedilemeyen, hatta nesil büyüdükçe çoluk çocukla gelinen, parka bakan bahçe masaları ne kadar neşeliyse iç tarafı da bir o kadar kapalı ve karamsar olan, 40 yaşını doldurduğu halde içerideki kuzey Avrupalılara uygun boyda yapılmış bar tezgahını asla değiştirmeyen ve 90lar rock’u çalmaktan hiç taviz vermeyen, her türlü sağlıksız yiyecek ve sulu biranın tüketilebileceği, herşeye rağmen birisi kalksın da oturalım diye kapısında beklenen bir acayip parkın bir acayip kardeşidir. Kapısındaki beyaz kedi tarafından gerekli güvenlik önlemleri alınmaktadır.
Fotoğraf: Can Mengilibörü
Parkın önemli bir özelliği de mahalleli tarafından parka gidelim diye yola çıkılmayışı, fakat yürüyüş rotalarının daima parktan geçirilmesidir. En sık kullanılan rota Bulvar yönünden oyun alanına girip düz bir çizgiden yürüyerek Tunalı tarafından çıkmaktır, genellikle Tunalı’da, Esat’ta, Bakanlıklar’da bir işi olan yaya Ayrancılılar tarafından kullanılır, yürüyüşün o beş dakikası şenlenir böylece. Acelesi olmayan aynı yönden gelenlerin alternatif yolu Polonya Caddesi tarafından merdivenlerden girmek, azıcık göl çevresinde vakit geçirip Tunalı çıkışına yönlenmektir. En sık kullanılan ikinci rota ise yürüyüş için çıkmış Kavaklıderelilerin kullandığı Tunalı girişi ve çıkışı rotasıdır, yürüyüşe Tunalı’dan başlanır, boylu boyunca yürünür, mevsime göre dondurma veya kestane ile yürüyüş renklenir, o rotanın orta noktası parka gelinir, girilir, bir tam tur atılıp çıkılır, genellikle karşı kaldırımdan başlangıç noktasına geri dönülür. Bu yürüyüşler önemli konuşmaların yapılması, sırların açıklanması ve ilk el ele tutuşmalar için idealdir.
Fotoğraf: Fahri Aksırt
Mahalle parkı olmak için fazla civcivli, şehir parkı olmak için fazla küçük ancak çok işlevli Kuğulu Park bir de son yıllarda cicili bicili orta sınıflığından bir adım atıp politik bir park olmaya göz kırpar gibi oldu. İlk politikleşen kuğulardan sonra, 10 sene önce Melih Gökçek’in zaten vakti zamanında bir kısmını Polonya Büyükelçiliği ve Polonya Caddesi’ne vererek alanını iyice küçülten parkın içinden yol geçirme planı kendi halinde mahalleliyi harekete geçirdi, insan çemberi kuruldu, epey uğraşıdan sonra yol planı bertaraf edildi. Park ilk kez politik eylem için insan topluyordu ama son olmayacaktı, 31 mayıs 2013 günü Gezi Parkı’nda yaşananları desteklemek, saldırıyı protesto etmek için bir araya geldiği ilk adres de hiç de öyle eylem alanı olmayan bu süslü orta sınıf parkı olacaktı.
Fotoğraf: Fahri Aksırt
Haziran ayı boyunca Ankara ölçeğinde hangi park tartışması sürerken ve politik akıl Güvenpark’ı almayı sürekli öncelerken, yine her gün buluşma alanı Kuğulu Park olmuş, sonunda Güvenpark’a ufak bir çalım atan süslü Kuğulu, Gezicilerin resmi buluşma mekanı olarak tüm rahatsızlıklara rağmen kabul görmüş, yerleşik hayata Kuğulu Park’ta geçilmiş, her sabah sökülen çadırlar öğlen tekrar dikilerek kısa süreli sürekli özgürlük alanı yaratılmıştı, mahalle forumlarının en ateşlileri Tunalı Bey’in eteklerinde toplaşmış, Gezi duvarı o güzel anıyı fiziken yaşatmaya bir süre daha devam etmişti.
Fotoğraf: Can Mengilibörü
Gezi sonrası gittikçe zorlaşan ve ağırlaşan ülke ikliminde Kuğulu’nun bu tam kabul görmeyen politikliği tuhaf bir şekilde işler olmuş, klasik eylem alanlarını kaybeden hekimlerden, LGBTİ’lere kadar pek çok farklı grup kaydırakların gölgesinde basın açıklaması yapmaya bazen hevesli, bazen razı olmuş, bu da küçücük parkın kocaman dünyasını iyice genişletmiş, sıradan bir mahalle parkının kentin kamusal ortak alanına dönüşmesi hikayesine bir bölüm daha eklemişti.
Fotoğraf: Can Mengilibörü
Fiziksel boyutuyla işlevi asla örtüşmeyen, tuhaf planıyla insanı gülümseten, her an yeni bir süprizle karşılaşabileceğiniz, otuz sene gitseniz de bilmediğiniz bir şey bulabileceğiniz bir park, süslü mü süslü, ama bir şehirli kadın gibi süslü, çantasından yüzlerce şey fışkırabilir, nereye gideceği ne yapacağı tam belli değildir, eyleme de gider eğlenmeye de, hem yalnızdır hem çok kalabalık. Herşeye tüm kusurlarına rağmen orada oluşuyla, bir taze nefes alabilme ihtimaliyle iyi gelir, mahallem varsa, mahallemin parkı odur, direnmesi yeter ve direndikçe güzeldir.