yerel yönetim


Fotoğraf: Ada Yağan

Bir sonbahar öğleden sonrasının güneş ışıklarıyla sarı sıcağa dönen yer yer dökülmüş badanasına, viraneliğine rağmen; kapı aralığından bakan gözlerin çekingenliği, merakla cama yapışan küçük yüzlerin muzırlığı, yaşamın artık yalnız kıyısından bakılacak bir denize dönüştüğü yaşlılık halleriyle kadraja dahil olanıyla yaşayan bir evdi, Sarı Ev; bundan tam on bir yıl önce çektiğim fotoğrafta ve hafızamda. Kentin dokusundaki bozulma “kapılar”dan sığmaz olmuş, yaşam alanlarımız gün geçtikçe kısıtlanmışken, kendini hatırlatmak için mi bilmem bambaşka bir şey ararken, uzun zamandır açılmayan bir kutuda çıkıverdi karşıma. Yıkılan tarihi binaları, bazı üniversitelere “tahsis” edilen kamu binaları ve badanalanan cephesiyle Ulus’taki değişim sürprizlerle devam ederken Sarı Ev bu süreçten nasıl etkilenmişti acaba. Ulus gezime bu kez, bana bu soruyu sorduran fotoğraf vesile oldu.

Her şey öylesine farklılaşmıştı ki, Hacı Bayram’a doğru çıkan yoldan ilerlerken evin yerini bulabileceğime dair kuşkularım da artmıştı. Sokaklar hiçbir canlılığı var etmeyecek demirden betonlarla bezenmiş, Ankara evleri mimarisinin temsili kimi yeni binalar yapılmış, alt geçidimsi bir garip çarşı inşa edilmiş, tanıdık pek bir şey kalmamıştı. Nereyi aradığımı soranlara açık adres veremiyor olmanın mahcupluğuyla, yıkılmış olmamasını umarak ve arayan gözlerle dolaşırken buldum onu. Yenilenmiş badanası, sarısının sıcaklığını alıp götürmüş, eskiden kaçamak bakışları gizleyen kapısı sımsıkı kapatılmıştı.  Kiralık olduğunu karşıdaki çay ocağından öğrendiklerim habersizdi bir zamanlar bu evde yaşayanlardan. Tanımlamakta zorlandığım bir duyguyla bir kez daha baktım eve ve sokağa. Bu, o ev miydi, emin olamadım.

Evin olduğu sokaktan hemen aşağıda, karşıda, sanırım otopark ve dolmuş durağı olmak üzere bekleyen devasa beton yığınının yanından geçip giderken karışıktı düşüncelerim.


Fotoğraf:Ada Yağan

Bir zamanlar yıkıldı yıkılacak gibi görünen yerlere “çeki düzen” verilmesi, çarpık çurpuk sokakların parlak betonlara dönüştürülmesinin nesi kötüydü? Başka ne olabilirdi? Peki ya hallaç pamuğu gibi dağıtılmış Altındağ yamaçlarında yaşayanlar, Sarı Ev’in ahalisiyle buluşmuş muydu bir yerlerde. Onlar memnun muydu Sarı Ev’in aynalı kapısından, yenilenmiş sokağından? Onların da kaygısı mıydı bu sokakların görüntüsü, bu evlerin tarihi dokusu, mimarisi, badanası? Var mıydı hayalleri yaşadıkları bu yerler için? Var mı hayalim kıyısından geçtiğim bu yerler için?


Fotoğraf:Ada Yağan

Rant olasılığı yüksek yerleşim yerlerinde, gecekonduların yoğunlaştığı mahallelerde, görece düşük kira bedelleriyle yaşayan yoksulların şehrin çeperlerine sürülmesi, “temizlenmiş” alanların yeni tüketim alanları olarak organizasyonu,  hızla artan boş ama ulaşılmaz beton blokların inşası, yani, neredeyse memleketin tamamını bir “müteahhit ütopyası”na  dönüştüren politikalar hayata geçirilirken, bu politikaların muhtemelen en yıkıcı etkilerine maruz kalan kent yoksullarının ne sesine ne de hayaline yer olduğunu biliyorum. Dahası yalnız gözden ırak olması tercih edilenleri değil, üst/orta sınıf mensuplarını da güvenli toplu konutlarına tecrit ederek toplumsal/sınıfsal bölünmüşlüğü derinleştiren bu politikalar, bireysel hayallere ulaşmakta eşitsiz toplumsal kesimlerin Sarı Ev’e, Ulus’a, Kızılay’a, Ankara’ya dair ortak hayallerde buluşmasını daha da güçleştiriyor. Ve böylece şehri var edenlere,  kendileri dışında verilen kararların sonuçlarını sineye çekmekten başka pek bir şey kalmıyor. Yerel yönetimlerin değişiminin kentsel politikaları ne derece dönüştüreceğini henüz öngöremiyoruz  fakat toplumsal faydanın gözetileceği kentsel politikalar için bu politikalara etkide bulunabilecek bir toplumsal gücün varlığının da zorunlu olduğunu düşünüyorum.


Fotoğraf:Ada Yağan

O vakte kadar, değişimin ön koşulu ve bizi “insan” kılan ayrıcalıklarımızdan biri; hayal kurma lüksümüz elimizden alınmamışken, bir gün birlikte hayal kurabilmenin de mümkün olması umuduyla; Sarı Ev’in çocuklarıyla aynı sokakta top oynadığımı, evin camlarından dışarı küpeli çiçeklerinin taştığını, vakıflara verilmiş evlerden birinin artık bir anaokulu olduğunu, beton yığınının yeşil alana dönüştüğünü, yaşayan bir mahallenin güzelliğini yıllarca sürdürdüğünü hayal ediyorum…