Fotoğraf: Güler Atmaca
Bahçemde baykuş gördüm. Hem de birkaç sefer. Gecenin alacasında ceviz ağacının sık dalları arasından kalkıp kavak ağacına doğru kocaman kanatlarını açarak süzüldü ve görüş alanımdan çıkıp yine gecenin alacasında kayboldu. Geçerken yorulup bahçedeki ağaçların birinde dinlenirmiş gibi değil de, burayı bir süre yuva edinmiş gibiydi sanki. Çaya kahveye uğramamış, yatıya gelmişti. Ama ille de misafir gibi. Misafir demem bizim buranın gürültü patırtısından. Burada sokak boyunca dizilmiş ortalama altmış yıllık apartmanların arka cepheleri hep bahçelere bakar. Her bahçe derme çatma duvarlarla birbirinden ayrılır. Bahçeler boyunca ceviz, erik, kavak, dut, kiraz ağaçları… Bir de baharda Çingene pembesine duran erguvan ağacı var ki her gördüğümde içimi neşe kaplar. Bizimki dışında her bahçede kuşa, tıkırtıya, insana ve bazen neye olduğu belli olmadan sürekli havlayan köpek dostlarımız yaşar. Gürültüleri hiç eksik olmaz. Hele bahçeye yanlışlıkla girmiş bir kediyseniz vay halinize… Bahçelerin sınırları Talatpaşa Bulvarı boyunca dizili apartmanlara kadardır. Köpeklerin gürültüsüne pavyonlardan ya da düğün salonundan yükselen müzik sesleri, bazen kavga arasından insan çığlıkları ya da sarhoş naraları karışır. Karşı apartmandaki kadın sinirlenecek bir şey bulur bazen. Ağız dolusu küfür ede ede bağırır. Kadının bağırtıları bulvarın araba gürültülerine karışır. İşte bahçedeki baykuşa semt sakini diyememem bundandır. Olsa olsa misafirdir bu semtte. Misafiri çok, sakini az bir semttir çünkü Cebeci.
Kısa bir Natoyolu deneyimini saymazsak benim Ankara maceram 2007’de Cebeci Dirim Sokak’ta başladı, Uzungemiciler’de devam etti ve Soysal Sokak’ta sürüyor. Bir yerle aidiyet kurmak için geçirilecek yılların yeter sayısı kaçtır bilinmez, ama öğretmenlik yaptığım okulun da bu semtte olduğu düşünülürse, kendime rahatlıkla Cebeci sakini diyebilirim. Daha doğrusu *“beyler/bayanlar” kümesinden “amcalar/teyzeler” kümesine geçecek kadar Cebeci’de yaşamak için, tüm şartlarımın yerli yerinde olduğunu söyleyebilirim. İçinde bakkal, manav, fırın, hırdavatçı, bisikletçi, kitapçı, park, okul, stadyum, kütüphane, pastane, üniversite, hastane barındıran bu semt hiç dışına çıkma ihtiyacı duyurmadan sakinlerinin tüm ihtiyacını karşılar çünkü. Bu saydıklarımın hepsi ayrı birer tarihi belgedir Cebeci’de.
Fotoğraf: Oğuz Koç
Tren yolunun kenarında geniş bir arazi düşünün. Üzerinde de birkaç köy evi. Cumhuriyet dönemine böylece geçen Cebeci Ankara’nın başkent oluşuyla birlikte başlayan inşa sürecinde plansız bir şekilde kentleşmiş, eski merkez Ulus ile yeni merkez Yenişehir arasında yüksekokullar, askeri kurumlar ve hastaneler bölgesi olarak gelişmiş. Bu kurumların bölgeye çektiği orta sınıf ve okur-yazar nüfusun bugün de Cebeci’deki hareketliliğin kaynağı olduğu söylenebilir. Ta ki okul bitene, tayin çıkana kadar. Cebeci’nin misafirlerindendir onlar da. Sokağa çıktığınızda Afrikalı öğrenciler, Türki Cumhuriyetlerden işçiler, Suriyeli göçmenler görürsünüz çokça. Eski sakinler yeni gözde semtlere taşındıkça yerlerini onlar almıştır. Bir de kentsel dönüşüm mağdurlarını saymak gerekir. Hamamönü’ndeki eski evler yıkılıp yerlerini tarihiymiş de restore edilmiş gibi yapılan konaklar alınca bölgenin İç Anadolu’dan göçüp büyük şehre gelmiş sakinleri, kiraları görece ucuz olan Cebeci’ye taşındılar. Oldu mu size “binbir çiçekli bahçe.”. Şöyle bir kulağınızı dayasanız semte, çeşit çeşit dil, şive, ağız işitirsiniz.
Cebeci’nin bu hayhuyu içinde karşılaştığınızda sizi şaşırtan, başka bir zamana ait olduğu hemen anlaşılan, yılların tanığı iki anıttan biri İnönü Stadyumu, diğeri de Ayten Teyze’dir. Kendisi apartmanımızın en eski sakini. Babasının tüccar terzi olduğunu ve 1950’li yıllarda Ankara’ya göç ettiklerinde Kaleiçi’nde Urgancıoğlu’nun konağına yerleştiklerini anlatır. O dönemde Ankara’nın Çayyolu’ydu Hisar, der. Dışkapı Meslek Lisesi’nde terzilik okumaya başlar, ama bir kış günü okuldan dönerken peşine bir sarhoşun takıldığını, ağlaya ağlaya eve geldiğini, sonrasında babasının onu okuldan aldığını anlatır. Bir Ermeni ustadan terzilik öğrenir. Ermeni’ydi ama çok muhterem bir insandı, der Meryem Usta’sı için. Konuşmanın tam burasında ah bu bizim “ama”larımız, “afedersin”lerimiz diye içimden bir itiraz kopsa da kesmem sözünü, Ayten Teyze devam eder. Evlendikten sonra Cebeci’deki apartmana yerleşirler. Burada çocuklarını büyütür, okutur, evlendirir. Burada eşini kaybeder. Şimdilerde evden çıkamasa da gözü kulağı hep çevrededir. Arayanı soranı hiç eksik olmaz. Apartmana yeni biri taşınacağı zaman önce kendisi görmek ister. Yeni komşuyu gözü tutmazsa ev sahibini arar, uyarır. Merdivenlere atılan izmaritleri, akan çöp sularını görünce “Ne oldu bu insanlara böyle, ne zaman bu kadar saygısız olduk biz?” der de anlam veremez bu değişime. Şimdiki Sebat Fırını’nın olduğu yerde bulunan Dörtyol Aile Çay Bahçesi’ne gittikleri günleri, bugün İnönü Stadyumu’nun olduğu yerde Ankara Radyosu Türk Halk Müziği sanatçısı Hacer Buluş’a ait açık hava sinemasında düzenlenen eğlenceleri anlatır. Böylece sözü Cebeci tarihinin bir diğer önemli tanığı olan İnönü Stadyumu’na bırakır.
Fotoğraf: Oğuz Koç
Kurtuluş Parkı’nın Sıhhiye Köprüsü tarafından yürüyüp parkın bitiminden sola kıvrıldığınızda Dumlupınar Caddesi’ne çıkarsınız. Biraz daha yürümeye devam ettiğinizde yıpranmış tel örgülerin arasından çöp içindeki yıkık merdivenleri karşılar sizi ilk önce İnönü Stadyumu’nun. Sonra demir parmaklıklı duvarları yol boyunca devam eder. Cebeci Çayırı veya semt sakinlerince “bitli çayır” olarak anılan ve 1930’lardan stadyumun açılışının yapıldığı 70’li yıllara kadar bu alan bölgenin en önemli eğlence mekâanıdır. Koç dövüşlerinden cambaz gösterilerine, tiyatro temsillerinden sinema gösterimlerine, boks maçlarından futbol karşılaşmalarına kadar birçok etkinliğe sahne olan Cebeci Çayırı aynı zamanda, semt çocuklarının bisiklete binmeyi öğrendikleri yerdir. Yıkık dökük duvarların arasında kalmış seyirci girişlerini saymazsak, stadyumun tek giriş kapısı olan büyük demir kapıdan çim sahaya girmek isterseniz, kapı sabah yedi buçuktan akşam sekize kadar açıktır. Çekinmeyin, ittirin kapıyı. O kapıdan, günün hangi saatindeyseniz o saatin ışıklarının doldurduğu, alabildiğine gökyüzüne açılan çim sahaya inersiniz. Burada bir daha kulak verin Cebeci’nin seslerine. Ama bu sefer yetmiş yıl kadar öncesine…
Stadyumun, biri alt geçitle diğeri üst geçitle olmak üzere, iki cephesinden Cemal Gürsel Caddesi’ne çıkılır. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler, Hukuk, İletişim ve Eğitim Fakültesi’nin bulunduğu yerleşke Cebeci’nin bu yakasındadır. 100 yıllık ülke siyasetinin aktörlerinin(!) çoğunun yolu Cebeci’nin Mülkiye’sinden ve sokaklarından geçmiştir. Ülke gündeminin yansımalarının yarattığı hareketlilik semt sakinlerinin alışkın olduğu bir durumdur. Kimi zaman sessiz yürüyüşlerle, kimi zaman da tencere tava çalarak toplumsal olaylara tepkilerini gösterdikleri olmuştur. Mülkiyelilerce 1930’larda kutlanmaya başlanan ve 2017’de yasaklanan İnek Bayramı, Cebeci halkının da her yıl heyecanla beklediği bir etkinlik olarak semtin hafızasına kazınmıştır. Yüksek lisansımın son zamanlarında, girişlerine âdeta kale duvarları örülen yüksek güvenlikli kapılarında yeni öğrenci kimliği almadığım için her seferinde tartışmak zorunda kaldığım Cebeci Kampüsü, kaldırım boyunca yürürken bahçedeki ağaçların serinliği ve çiçek kokularıyla insanı içeri davet eder. Hiç unutmam, bir akşamüstü ders çıkışı çam ağaçlarının altında otururken duyduğum çıtırtılara anlam veremeyip dinlemiş ve seslerin çam kozalaklarından geldiğini hayretle fark etmiştim. Bu sesler ve kokular benim doktoraya başlama sebebim olacak diye korkarım.
Fotoğraf: Tanju Gündüzalp
Tren yolunun kenarında birkaç evlik bir yerleşim yeriyken, ortasından kentin bir ucundan diğer ucuna yol giden banliyö hattının geçtiği Cebeci, Ankara’nın en eski semtlerinden biri olarak ülkenin ve başkentin hafızasında önemli bir yere sahiptir. Aynı sokakta oturduğumuz yakın dostumun terasından önce Cebeci’yi sonra arkasından yükselen tepelerde Ankara’yı görürsünüz. Cebeci’nin gürültüsü Ankara’ya, Ankara’nın gürültüsü ülkeye yayılır gider. Söylemezsem eksik kalır diyerek şuraya iliştireyim: Sokaklarında karnı tok kedilerin, köpeklerin yaşadığı güzel bir semtimizdir Cebeci. Şimdi mevsim kış, Cebeci’nin arka bahçeleri tarumar. Hele bir bahar gelsin…
*Canım kadın Rubabe beni Cebeci’yi yazma konusunda aşka getirdikten sonra biraz okuyayım istedim. Karşıma Funda Şenol Cantek ve Besim Can Zırh’ın “Bir Semt Monografisine Doğru: Cebeci’ye Bakmak” adlı makalesi çıktı. Yazımdaki italikler oradan alıntıdır. İlgilisine önerimdir: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/465482
Fotoğraf: Oğuz Koç