Yeşil pencerenden bir gül at bana,
Işıklarla dolsun kalbimin içi…
(Serenad-Ahmet Muhip Dranas)
Hayata buradan bakıyor olmamın nedenleri var. Büyüdüğüm semt, alışkanlıklar… Ancak birinci neden bu değil. Biliyorum öyle olmadığını.
Rüzgârla arkadaş olanların bir bildiği var…
Ben bu bilgiyi, henüz çok küçükken, huysuz bir ihtiyardan almıştım.
Otuz yıl kadar önce, Ayrancı’da geçen ilk çocukluğun Esat’a taşındığı zamanlarda tanımıştım huysuz ihtiyarı. Sokağın başında göründüğünde önünden çekilirdi çocuklar, apartman görevlileri kaçacak yer arardı, çöpçüler, apartman girişlerinde ikindi çayı içen kadınlar, kim varsa… Mutlaka kızacak bir konusu vardı. Zaten hep kızgındı.
Bir kış günü, karla kaplı sokakta oynarken, bizi terastan bağırarak evine davet ettiğinde bir an bile duraksamadan gittik. Hava kararmıştı, anneler camdan sarkıp isimlerimizi bağırmaya başlamıştı çoktan ama ne gam… Bizim için ne kadar öfkeli olsa da asla kimseye zarar vermeyeceğini bildiğimiz huysuz ihtiyarın evini görmek büyük bir maceraydı.
Sokağın en eski apartmanının demir kapısından girip mozaik desenli, döne döne yükselen merdivenlerden çıktık. Şimdi kentsel dönüşüm adı altında yavaş yavaş tarihe karışan teras kattaki müstakil ev ihtiyarındı. İçeriye girdiğimizde öylece kaldık. Terasa ve oradan Ankara’nın ışıklarına bakan bütün pencereler, kapılar açıktı ve içerisi buz gibiydi. Bizi karşılayan ihtiyar, alışkın adımlarla, tamamı açık pencerenin önüne oturdu. Önündeki küçük sehpanın üzerinde eski tip, yeşil başlı banker gece lambasının aydınlattığı, kurşun kalemle yazılmış onlarca sayfa not duruyordu. Rüzgarda uçuşmasın diye üzerlerine konulan sararmış fincanda “Demiryolları” yazıyordu, “1963.”
Oturmamız için seslendi bizlere… Sıcak salep yapmış, çoktan koltuğun karşısındaki kanepenin önünde duran sehpaya yerleştirmişti. Biraz soğumuştu bizi çağırana kadar ama olsun…
Bu kez hiçbir şeye kızmadan anlattı yaşamının geçtiği bizim sokağı… Bu teras kata, karşı çaprazdaki apartmanın ikinci katında oturan kızı her balkona çıktığında istediği gibi görebilmek için taşındığını…
“Bu terasın dört yanından rüzgâr eser” dedi; “Her mevsim, her gün, bir kez bütün camları ve kapıları açarım. Rüzgâr yüzüme vursun ve nerede olduğumu, hangi zamanda olduğumu, ne yaptığımı bana hatırlatsın diye…”
Anlamadığımızı gördü.
“Rüzgâr, çocuklar, dinlemeyi bilirsen sana kim olduğunu, ne yaptığını fısıldar. Bana, dünyaya kapılıp da yeterince emek vermediğim için elimden kayıp giden o kızı hatırlatıyor sürekli. Yalnızlığımın nedenini…”
Yine anlamamıştık elbette. Birkaç sene sonra, o sokaktan, aynı mahallede ve biraz daha yukarıdaki bir başka sokağa taşındık. İhtiyara ne olduğunu, ne zaman öldüğünü, evin kaderini bilmiyorum.
Ama artık ne demek istediğini biliyorum.
Hayata buradan bakmamın birçok nedeni var.
Güzelleştirmek için bodur çamlar, sardunyalar, sarmaşıklarla süslemeye çalışıp asla bu işin emektarları kadar başarılı olamadığım bu küçük terastan bakıyor olmamın asıl nedenini ise gayet iyi biliyorum.
Her mevsim mutlaka burayı bütün heybetiyle ziyaret eden, nerede olduğumu hatırlatan büyülü rüzgâr…