balkon


Fotoğraf: Besim Can Zırh

Ankara’nın mevsimlerini, mevsimlik hallerini, yaşamları sığdıran, geniş, biçimli biçimsiz balkonları. Yıllar içinde değişen dönüşen yaşam tarzı ve insanların yaşamı evden başka her yerde yaşama telaşı özellikle büyük şehirlerde evin en az vakit geçirilen yerine dönüştürdü balkonu. Balkon geçmiş hayatlar için saatlerce oturulan, mütevazı kafelerdi aslında. Balkon aylaklığında; gelip geçenin, mahallelinin onlarca öyküsü yazılabilirdi zihinlerde. Hatta komşunun, balkondakinin varlığını fark edip de mahcup olacağı hâllerine sırdaş olma durumuydu biraz balkonda olma hâli. Mahremiyete saygının bilindiği, sosyal ve fiziksel mesafenin, karşıdakinin kendilik sınırlarına saygı olduğunu sessizce ve yaşamın içinde öğrenmiş olan başka zamanların insanları için balkonda yaşam, belli yazısız, sözsüz kurallar içerirdi. Sessiz olmak, konuşuyor ve gülüyorsan da “küçük ses” tabir edilen, hafif yanaklar pembeleşerek ve el nazikçe ağıza götürülerek gülmek, balkon parmaklıklarından uygunsuz oturduğun görülmeyecek şekilde oturmak ve insanların canının çekeceği şeyleri değil herkesin yiyebileceği şeylerin balkonda yenebileceğini bilmek.


Fotoğraf: Besim Can Zırh

Terliksiz asla çıkılmazdı balkona -ki balkon terlikleri ayrıydı genelde-. Eski terlikler atılmaz, balkon terliği kimliği kazanırdı zamanla. Evlerde yeterince terlik yoksa altlarını tekrar silerek içeri girmek üzere muhakkak bir bez bulundurulurdu, adı tahta bezi olan. Apartmanlardan önce hikâyeleri bambaşka olan ahşap evlerin tahtaları, elbiselerden eski bezlerle silinirdi. Onlardan yadigâr olmalı ismi, ev halkı annenin kontrolünde balkondan içeri girerken silerdi terlikleri. Balkona çıkılmasında kısıt olan bir başka şey ise atletti. Böyle bir şeyle balkona çıkmak kınamaların en büyüğünü gerektirirdi. En üst düzey balkon mahremiyeti fragmanı ise balkon demirlerine içten iplerle bağlanmış; bir içten bir dıştan dolanarak geçen turuncu, mavi ya da renkli çizgili Sümerbank pijamalarını hatırlatan tente bezleri gerilmesiydi. Komşuların sadece belden yukarısını görür ve çocuksanız altına ne giydiğini kestirme oyunu oynar, bazen oyunu abartıp kardeşinizle kıkırdardınız ki anneniz için büyük münasebetsizlikti. Azarlanmak suretiyle oyun sonlandırılırdı. Sardunyaların ekildiği saksılar plastik değildi daha. Kötü bir seramik ve altında zarar görmüş, deseni yıkanmaktan silikleşmiş tabaklar dururdu. Ailelerin hali vakti yerinde ise kışın kaldırılan şık balkon takımları ve onların şık örtüleri vardı. Fesleğen saksısı tüm saksılar içinde ayrıcalıklı idi, masaya çıkabilecek kadar ayrıcalıklı. Gerisi şen bir bahçeden fragmanmışçasına küpe çiçekleri, sardunyalar, hercailer, petunyalar, açelyalar, begonyalar, açma hayali hayata bağlayan kaktüsler. En büyük balkon uğraşlarından biri dökülen yaprakları toplamak, toprağın dibine sokulmuş tahta çubuklarla karıştırmak yoluyla toprağı havalandırırken içine yerleşmiş solucanları uyandırmak, çürüyen yaprakları itina ile dalından koparmaktı.

Ankara’da insanı yıldıran su kesintileri sebebiyle yer gök su biriktirmek için tedarik edilmiş kap kacak ile dolu olurdu. Balkona biraz daha estetik bidonlarla, koca su küpleri konurdu genellikle. Daha az estetik olanlar evin kullanılmayan misafir tuvaletinde dururdu. Balkon sakinleri şimdi özlediğimiz ama bulmamız mümkün olmayan sui generis tiplerden müteşekkil mahalleli idi. Kimi zaman bulmaca çözen kravatlı traşlı yaşlı beyefendileri kimi zaman bakımlı emekli hanımefendileri şık fincanlarla kahve içerken ya da bu çiçeklerle oyalanırken görebilirdiniz balkonda. Gençler ve çocuklar mahallede, sokakta yaşardı hayatı. Ankara’ya mahsus İstanbul’da görmediğim yıllarca izini sürdüğüm plastik toplarla oynayan çocukları izler, bir süre sonra huysuzlanıp topunu kesmekle tehdit ederdi bazen yaşlılar çocukların.


Fotoğraf: Besim Can Zırh

Baharın kendine has bir kokusu vardı. Taze sebze yemekleri pişer, kokusu balkondan mahalleyi sarar ve güzel çiçeklerle ağaçların taze kokularına karışırdı. Baharda hep otururdu insan balkonda; yazın ise güneşin konumuna bağlıydı balkon sefası saatleri. Bazen akşama doğru hava serinlerdi özellikle baharda. Önden düğmeli yarım kollu renkli pazen elbisesi ile üşüyüp omuzlarına hırkasını alan kollarını bağlamış öyle uzağa dalmış yaşlı bir hanımefendi oturmaktan yorgun hâli ile kim bilir diye düşündürürdü kendisini sessizce izleyene. Gelmesini bekledikleri olurdu balkon yaşlılarının günün belli saatlerinde öğlen arası ziyaret eden mevsimin ilk meyvesini kese kâğıdı ile getiren küçük bir memuriyet sahibi kızları ya da akşam gelinden gizli uğrayıp önce annesinin yemeğini yiyen erkek çocukları çocukluklarına dönmek istercesine gelirdi haftada birkaç gün, topluca geldikleri pazarlar hariç. Balkonda annelerin yüzlerinde bazen bir sitem ifadesi bazen bir tebessüm olurdu biraz dudağın kenarında buruk. Başka balkondan anlardı insan hissettiklerini içi burulurcasına. Hızlı gelip hızlı geçen rüzgâr gibi gidince evlat evine işine, yine sessizce kalırdı yaşlılık hâlinin kuytusunda balkon sakini. Balkonların saatleri vardır, yaşamı eve sığdırmasını bilen kocaman kocaman sofraları kurup eşi dostu şen kahkahaları ile büyük masaların etrafında toparlayabilen başka zamanların insanları için. Sabah kahvaltı üstüne kahve, öğlen öğle yemeği üstüne kahve ve belki maden suyu, beşe doğru bir parça taze kek veya kurabiye ile toruna, çocuğa ev yapımı limonata, büyüklere çay, artık akşam yemeğinden sonra belki serinlik iyice basıp üşütene kadar bir iki bardak akşam çayı yaşlılar için açık limonlu, gençler için demli memur çayı.

Bir de balkon sakinleri içinde, varsa ev telefonu ile yoksa bir önceki günden verdiği randevu ile arkadaşları ile gece çıkmak için çay saatinde izin almaya çalışan favorileri uzun, bol paça kumaş pantolonlu, bir sene sonra üniversiteye girip subay babasından gizli öğrenci olaylarında “Tek Yol Devrim!” diye bağıracak ama o anda izin almaya çalışan delikanlı görürdünüz. Apartman topuklu kocaman çiçek desenli elbiseli ve saçları bigudi kıvırcığı ve bandana ile arkaya atılmış makyajlı genç kızlar, okuldan ellerinde kitapla dönerken sessizce kol saatinden gecikmeyi kontrol eden sevecenliğini gizleme üstadı babalarına annelerine el sallarlardı okul dönüşü gecikmenin telaşı ile. Anne babaları görmezdi ama bazen bir delikanlı mahalle köşesine bırakırdı genç kızı. Bu da balkon sâkini sırrı olurdu içinizde gizlediğiniz. Bazen çocuklar, torunlar balkonda kilim üzerinde evcilik oynar çevresinden uzaklarda kurdukları oyunla başka dünyaları gezerlerdi. Gerisi zeytinyağlı taze fasulye ve pilavdan ibaret akşam yemeği ailece mutfakta masada yenen haberlerden sonra yine balkonda çay hatıraları. Simitçiler balkonların gelip geçen sakinlerindendi yaz günleri; mısırcılarla, dondurmacılarla beraber. Özellikle Ankara’da, Ankara simidinin kokusu buram buram dalgalar halinde yayılırdı ve insanı yutkundururdu. Simitçi, sarkıtılan sepete simidini koyar, parasını alır, üstünü sepete bırakırken ‘üstü kalsın’ denmesini beklerdi bazen. Üstü hep kalırdı. Çocuk zihnimde üstü kalmak ile para üstü kavramı felsefî bir sorgulama hâlini alırdı başka tâbirler gibi.


Fotoğraf: Besim Can Zırh

Hayatlar, değişip dönüşen insan iklimleri balkonda yaşayan insan manzaralarını silikleştirdi zaman içinde. Saksılardaki çiçeklerle beraber solan yaşlı ömürlerden sonra bir iki nesil daha sürdürdü bu keyifleri. İzlemek, seyretmek ve zihinden geçirmek eylemleri balkonda öyküler yazdırdı bir nesle belki küçük bir masada daktilo ile yazılan zamanlarda. Belki de yıkılan apartmanlarda en çok hatıra biriken yerlerdi balkonlar. Yitirilen kent belleği içinde bugün tekrar canlandırılmaya çalışılırken, balkonda yaşam bizler zarif zamanların başka anılarını da biriktirmiştik balkonda zamanında. Balkonlar önce depo sonra apartmanlar yıkılıp da paslanan pasının her santiminde anılar barındıran her yaz babamız tarafından boyanan balkon demirleri yerine ferforje demirli Fransız balkonuna dönüşmeden, yaşamlar evin içinde güzelken. Oysa her balkon bir müteahhitin yerden kâr etme hırsı ve insanların lükse sahip olup sergileme güdüsüne feda edilirken kentin ve kente ait geçmişimizin hatıralarını kazıdı bellek denen uçsuz bucaksızlık içinden. O hatıraların canlandığı birkaç insan var şimdi hayatımda. Ankara’nın, İstanbul’un eski bir semti olan Balat ve Yeldeğirmeni balkonlarını anımsayıp benimle tebessüm edecek mütevazı zamanların ve yoksulluğun içinde paylaşmanın en büyük zenginlik olduğunu bilen.