Dilek Kumcu’yu 2011 yılında çocuk haklarıyla ilgili bir toplantıda çocuk adaleti üzerinde konuşma yaparken tanıdım. 2011 yılındaki seçimlerle Meclis’e yeni girmiş, çiçeği burnunda bir milletvekiliydim. Kendime bir danışman arıyordum. Kürsüde konuşan bu gövdesi zayıf, ama söylemi güçlü, gözlerinden zeka pırıltıları saçan, kıvır kıvır saçlı, sevimli kızı dinleyince bir an bile düşünmeden danışmanlık önerdim. Kabul edince de çok sevindim.
Dilek’le Meclis’te dört yıl süren yolculuğumuz ve ondan sonra devam eden yakın dostluğumuz böyle başladı.
Dört yıllık milletvekilliğim süresince Dilek benim sağ duyusuna, hukuk bilgisine en çok güvendiğim insan oldu. Aynı zamanda en sert eleştirmenimdi. Öyle bir yerden yakalardı ki, ona hak vermemek olanağı kalmazdı. Beni ne zaman frenleyeceğini, ne zaman teşvik edeceğini çok iyi bilirdi. Beni frenlemekte güçlük çekeceğini anlayınca, kendisini çok sevdiğini bildiği eşime telefon eder, ondan yardım isterdi. Bu rolü milletvekilliğim sona erdikten sonra da sürdürdü. Nasıl ki en son telefon konuşmamızda gene benim t24’de çıkan bir yazımı eleştirmişti.
Çalışma arkadaşlığı dışında Dilek, çok iyi bir dosttu. Güvenilir, cana yakın, varlığıyla insanı rahatlatan bir dost. Çevresine neşe, mutluluk saçardı. Ama aynı zamanda tatlı bir ironiye sahipti. “Güçsüzlerin Gücü” başlığını taşıyan kitabımın basılmasına Dilek neden oldu. Günlerden bir gün “Yazdığınız yazıları bir kitapta toplayalım. Kaybolup gidecekler” dedi. Başta aldırmadım. Ama Dilek peşini bırakmadı. Bir de baktım, bütün yazılarımı derlemiş, toplamış, bir dosya haline getirmiş. “Şimdi bunları ayıklayın” diye önüme bıraktı. Kitap yayınlanınca da görülmemiş bir şey yaptı. Kitabın başına benimle ilgili bir yazı yazdı.
Dilek ile öylesine çok ortak anımız var ki, anlatmakla bitmez. Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda geçirdiğimiz zamanları mı (bizim heyetin sekreteriydi), dört bakanla ilgili Soruşturma Komisyonu’nda yaptıklarımızı mı anlatayım. Daha neler neler. Bunları düşündükçe Dilek’in yokluğu içimi daha çok acıtıyor.
Dilek çok özellikleri olan bir insandı. Çalışmayı da, yaşamayı da severdi. İşine olduğu kadar yaşama da bağlıydı. Büyük bir yaşama sevinci vardı. Bu yaşama sevincidir ki ona doğuştan yakalandığı bu ölümcül hastalığa karşı mücadele gücü verdi. Amansız bir hastalık olduğunu bildiğim halde, hep Dilek’in bu mücadeleyi kazanacağını sanıyordum. Yanıldığımı şimdi anlıyorum.