Bir gün bir mektup yazdım ve sanal aleme postaladım. Şöyle yazdım:
“Ankara’nın dinozorsever belediye başkanı döneminde Cinnah caddesi tek yönlü otobana çevrildi. Cinnah’ta aheste aheste gezmeye alışık Ankaralılar ezilmeye başlayınca belediyemiz Farabi sokağı Cinnah’ın altından geçirdi. Dinozorlar kadar olmasa bile Ankaralıları da biraz seven belediyemiz bize Farabi altgeçidini uygun gördü. Bilmem hiç geçtiniz mi? Zaten pek karanlık olan yaya altgeçidine gri mozaikler döşendi. Bildiğiniz gri. Eskiden Ankara’da kömür isi görünmesin diye duvarlar o griye boyanırdı. Ayrıca devlet dairesi ciddiyetini temsilen de tercih edilen bir tondur. Yani grinin 50 tonu filan değil de, o neşesiz gri. Sanki belediyemiz ‘sizi ezilmekten kurtardık, daha ne istiyorsunuz, bir de göz zevkinizi mi düşüneceğiz?’ demiş gibi. O gri kadar neşesiz birkaç başka soluk renkle de geometrik desenler koydu duvarın birkaç yerine.
Ankara’nın en çok nesini seviyorsun diye sorsalar derim ki, duvarları boyayan çocuklarını. Tek tek bulup öpesim geliyor onları. Nerede bir boş duvar görseler hemen neşelendirirler orayı. Ahh keşke fotoğraf çekmeyi becerebilsem de bu duvar resimlerini, duvar yazılarını ölümsüzleştirebilsem!! Benim çocuklar tabii ki gri altgeçidi keşfettiler ve faaliyete başladılar. Bir gece ansızın griyi rengâhenk boyayıverdiler. Farabi neşelendi, yayalar neşelendi, yüreklere bir ferahlık geldi. Altgeçidin idrar kokusu hissedilmez, çöpleri görünmez oldu, daha güvenli bir geçit gibi gelmeye başladı. Canım bir şeye sıkılsa, Farabi altgeçidinde bir tur atar oldum, canımın sıkıntısı geçsin diye. Sonra bir gün… o da ne??!! Gricibaşı bütün altgeçidi yeniden griye boyadı. O kadar hırsını alamamış ki belediyenin renkli mozaiklerini bile o griye boyamış. Benim çocukların boyadıklarının pentimentosu kaldı geride. Gri yağlıboyanın altından mahzun mahzun gülümsüyorlar gelene geçene.
Ben artık o gricibaşını çok merak ediyorum. Çöp yuvası ve idrar kokulu altgeçidin bütün problemlerini bir yana bırakıp neşesini griye boyayan kişi nasıl bir travma yaşadı da bu kişi oldu. Onu tanıyıp başını okşayasım, karşıdaki simitçide bir çay ısmarlayıp dertlerini dinleyesim var.
Son sözüm size ‘benim çocuklar’ : Yılmayın, usanmayın, boyayın bu dünyayı. Siz boyamazsanız biz hep gri kalırız. Nereyi boyuyorsanız haber verin, çay-simit benden… Gricibaşı gelirken haber veririm, hep birlikte kaçarız. Ya da gricibaşının dertlerini dinleriz hep birlikte.”
Bu mektubu sanal aleme saldıktan hemen sonra deprem oldu. Sabah ağlayarak kalkıp akşama kadar kurtarılan oldu mu diye beklediğimiz, ağlayarak akşamı ettiğimiz günler.. Ben yine Farabi altgeçidinden geçip duruyorum. Bir sabah ne göreyim?! Benim çocuklar geçidi yine boyamışlar. O şahane parlak, o neşeli renkler gitmiş, yerini yas rengi almış.
Dedim ki, benim çocuklar beni duymuş. Belki de bir mesaj göndermişler, “bizi seven kadın gel yasımızı birlikte tutalım” demek istemişler. Birkaç gün sonra neşeyi de, yası da istemeyen gricibaşı ayar verdi bize. Her yer tekrar gri oldu.
Sonra bahar kendini göstermeye başladı. Seçim havası geldi. Yeni başlangıçlar ümidi yeşermeye başladı. Benim çocuklar baharın gelişini zümrüt yeşiliyle müjdelediler.
Zümrüdün öyle güzel, öyle parlak yeşili yoktur.
Başka bir köşeye de yeni ümitler, yeni başlangıçlar izini bırakmış.
Aradan birkaç gün geçti geçmedi bir arkadaşımdan mesaj geldi: “Seninki canla başla çalışıyor.”
Ben ona artık Grileri Efendisi diyorum. Bu nasıl bir göreve bağlılıktır, hayranlık duymamak mümkün mü?
Elimden gelse, Grilerin Efendisini yeni göreve atarım. Onu Mavi Otobüslerin Efendisi yaparım. Hem Farabi altgeçidi kurtulur hem de mavi otobüs yolcularının canı kurtulur.
Bir mektup yazdım benim çocuklar duydu. Bu yazıyı yazdım ya, belki Mansur Bey duyar.
Rengârenk dünyanızı kimse griye boyayamasın zıt okurlar, sevgiyle kalın.
(Fotoğraflar: Sulhiye Gültekingil ve arkadaşı.
Ayrancım Gazetesi ile eşzamanlı olarak yayınlanmıştır.)