göç

İran’ın Doğu Azerbaycan eyaletinin yönetim merkezi Tebriz’den 2014’te Ankara’ya geldi Maryam. Üniversiteye de başkent Tahran’da gittiğinden otoritenin farklı kültürlerdeki gri yüzünü kendi deneyimi üzerinden tanımlayabiliyor. Kentte kısa bir yolculuk yaptık Maryam’le; Çankaya’nın farklı semtlerindeki evlerimizden çıkıp farklı vasıtalarla ulaştığımız Kızılay’da buluştuk, ODTÜ’de göç üzerine bir sunuma katıldık. Sonrasında da Mülkiyeliler Birliği’nde Ankara’da göçmen kadın olmayı konuştuk. O kendi Ankara deneyimini anlattı ama bir süre sonra aslında makro ölçeğe bakıyor olduğumuzu hissettim.

“Burada bunlar resmi olarak yasaklanmış değil ama insanların kafasında var bu.”


Fotoğraf: Buse Kaynarkaya

Tebriz’de tamamladığı lisans öğrenimi sosyalbilimler Maryam’in, buradaki sosyolojiye denk geliyor. Tahran’da kadın çalışmalarında yüksek lisans yaparken “feminist” olduğu için uzaklaştırma almış. Okula döndüğünde tezini verir vermez doktora için Ankara’ya gelmiş. “Neden Ankara?” diye soruyorum tabii: “Daha önce Ankara’ya hiç gelmemiştim aslında. Özellikle de alışveriş için Van’a geliyorduk bazen. Ankara’yı babamdan duydum, daha önce burada kalmıştı. ‘Güzel, temiz bir şehir, İstanbul gibi kalabalık değil’ diyordu. Kuzenim İstanbul’da, önce onun yanında bir süre kaldım zaten. Orada her tip insan var ama burası öyle değil. Ankara’nın havası Tebriz’e çok benziyor. Sıcak hava sevmediğim için de aslında Ankara’yı çok seviyorum. Sessiz, temiz bir şehir. Yobaz insanlar yok demeyelim, ama az. İran’da dışarı çıkmayı sevmiyordum. Kat kat kapanıyorsun, rahat değilsin. Yürüyüş, yürüyüş olmuyor. Burada kapanmak zorunluluk değil ama bazen etek giydiğimde korkuyorum. Şort giyen kadınları dövüyorlar falan ya. Bunu ben derste de söylemiştim, İran’da resmi olarak yasa var. Mesela ramazanda dışarıda yemek yiyemezsin, kadınlar kapanmak zorunda, sevgilinle el ele dolaşamazsın. Burada bunlar resmi olarak yasaklanmış değil ama insanların kafasında var bu. Ramazan olduğunu fark etmemiştim bir gün, dondurma yiyordum sokakta. Bakışlardan anladım.”

Yabancılar beklesin

İran’ın diploma denkliği kabul ettiği üniversiteleri araştırıp TÖMER, YDS ve ALES puanlarını alarak Gazi Üniversitesi’nde siyaset ve sosyal bilimlerde özel öğrenci olarak doktoraya başlamış. Bunun yanlış bir seçim olduğunu düşünüyor. Hem yabancı öğrenci olduğu için daha fazla para ödüyormuş derslere hem Türkiye siyasetini bilmediği için eksiklerini tamamlamakta zorlanmış hem de dersleri takip eden tek kadınmış: “Siyaset bölümünde doktora öğrencisiydim ama ülke politikasıyla ilgili hiçbir eleştiri yapamıyordum. Hatta birinde derste ‘Senin ülkende adam asmıyorlar mı, sen burayı neden eleştiriyorsun?’ dedi biri.” İki dönemin sonunda Ankara Üniversitesi kadın çalışmalarına başvurmuş. Alev Özkazanç’ın yönlendirmesiyle bütünleşik doktoraya özel öğrenci olarak başlamış, sonra yüksek lisansta örgün öğrenci olarak devam etmiş; tabii bu da yabancı öğrenciler için paralı. Kayıt sırasında yaşadığı bir ayrımcılığı şöyle anlatıyor: “Çok kalabalıktı, yabancı öğrenci azdı ve bir kişi bakıyordu bize. Sistem kapandı, bekliyorduk. Bir görevli gelip ‘Bu çocuklar çok bekledi, kayıtlarını alın ama yabancı öğrencilerin değil, onlar beklesin’ dedi.”

“Ait olduğum yere döndüm”

Bölümü çok sevmiş Maryam, “Ait olduğum yere döndüm” diyor: “İlk geldiğimde çok yalnız hissediyordum ama burada çok güzel arkadaşlarım oldu. Bizim bölüm dışarıdan çok farklı, hep dayanışma içindeydik. İran’da İslam her şeyi açıklıyor diye kapatmak istiyorlardı bölümü. Kapanmasın diye İslamileştirdiler, ilahiyat derslerini çoğalttılar. Hoca gelip feministlerin ‘saçmaladıkları’ diye ders anlatıyordu. Buraya geldim herkes açık açık feministim diyor, eşcinselse rahatça söylüyor. İran’da ne feminizm ne de LGBTİ ile ilgili hiç kitap yok mesela. O yüzden derslere koşarak gidiyordum. Queer kuram ve heteroseksizm dersini hemen almıştım, o zaman öğrendim ben biseksüel neymiş, eşcinsel neymiş. Bilgi açlığı vardı bende. Aynı bölümü bitirdim İran’da ama o kadar farklı ki… İlk 8 Mart kutlamama da okulda katıldım.”

“Aynı şeyleri İran’da da yaşadık. Orada da bazı hocalar okuldan atıldı ama cumhurbaşkanı değiştikten sonra isteyenler geri dönebildi.”

Kadın çalışmaları, Sosyal Bilimler Enstitüsü’ne bağlı multidisipliner bir bölüm olduğundan KHK ile açıklanan ihraçlar sonrası adı çok da doğrudan anılan bir bölüm olmadı ancak İletişim ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden ihraç edilen ve emekliliğe zorlanan pek çok akademisyenden mahrum bırakılmış oldu. Bu süreci şöyle anlatıyor Maryam: “Benim ihraçlardan sonra tek dersim kalmıştı. Okula gidiyorum, ölü toprağı serpilmiş gibi, hocaların odaları boş. Alev hocanın giderkenki töreni benim için çok üzücüydü mesela. Aynı şeyleri İran’da da yaşadık. Orada da bazı hocalar okuldan atıldı ama cumhurbaşkanı değiştikten sonra isteyenler geri dönebildi. 10 Şubat’ta okulda basın açıklaması olacaktı, ona gittim. Okula giremeden feci şekilde gözaltına alındım. 13 kişi falandık, dava görüldü ve beraat ettik ama ben polise taciz davası açtım, o devam ediyor.”

Çankaya’nın sakini

Maryam, Çankaya’nın farklı yerlerinde oturmuş. İstanbul’daki kuzenin bir arkadaşı ev arkadaşı arıyormuş, önce onun evine yerleşmiş. Bir süre onunla yaşadıktan sonra evin kirasının yarısını ödediğini zannederken neredeyse tamamını ödediğini fark etmiş: “Ankara’ya dair hiçbir şey bilmiyordum ki, bana ne söylese inandım. 1 yıl sonra anladım durumu. Yine de 2,5 sene kaldım. Başka arkadaşım yoktu, ayrılamadım. Ankara Üniversitesi’ne geçtiğimde bir arkadaşımın yanına taşındım.”

“Bir süre sonra yabancı olduğumu kimse anlamasın diye diksiyon kursuna gittim.”


Fotoğraf: Buse Kaynarkaya

Maryam Ankara’nın kültürel dünyasını takip ediyor, gidebildiği bütün etkinliklere gidiyor ancak kendi deyişiyle bazen zorluklar yaşıyor: “Bu Ankara’ya mı özel, Türkiye’ye mi bilmiyorum ama ben sadece burayı biliyorum. Mesela yabancı olduğumu anlayınca ilk sordukları ‘Ailenle mi geldin, yalnız mı?’ oluyor. Yalnız geldiğimi söylediğimde çay içmeyi falan teklif ediyorlar. Erkeklik işte. Arkadaşlarımla dışarı çıktığımızda mesela, konuşmamaya çalışıyordum çünkü diğer masalardan çok rahatsız ediyorlardı. Yabancı olduğum için ‘müsait kadın’ muamelesi görüyordum yani. Bir süre sonra yabancı olduğumu kimse anlamasın diye diksiyon kursuna gittim.” Ankaralı olmadığımı söylediğimde bana da sorulan ilk soru oluyordu yalnız yaşayıp yaşamadığım. Benim kendimi koruma refleksim de Ankaralı olduğumu söylemeye evrildi. Kadınlar olarak etrafımızda gezinenin göçmen, mülteci, boşanmış, bekar vesaire hangi kimliklerle katlanırsa katlansın çok benzer olduğunu hissediyorum bir kere daha; ataerki.

Sil baştan başlamak gerek bazen

Okul ve kültürel etkinlikler haricinde nerelerde vakit geçirmeyi sevdiğini soruyorum Maryam’e, “Bahçeli tarafına gitmeyi daha çok tercih ediyorum. Hem evime yakın ama daha da önemlisi daha rahat hissediyorum kendimi” diyor. Kentteki mekân tercihlerimde ısrarcı olduğum yerler aklıma geliyor, nereden neden kaçtığımı/ kaçmak istediğimi anımsayıp ürperiyorum.

Maryam şu sıralar İran’a dönmeyi düşünüyor çünkü okulu veya evi finanse edecek gücü kalmamış: “Neredeyse 5 yıldır buradayım, mağazacılık dahil binlerce işe başvurdum. İşverenler çalışma izni almamak için yabancı çalıştırmak istemiyor. İş bulursan da çalışma izinsiz ve sigortasız oluyor. Tez dönemindeyim ama okulu dondurmak zorunda kaldım.”

Yazıyı bir şarkıyla bitirmek isteyip Maryam’e sevdiği bir şarkıyı sordum, “Sil Baştan”ı sevdiğini söyledi. İlginç tesadüf: “Sil baştan başlamak gerek bazen, hayatı sıfırlamak.”

https://www.youtube.com/watch?v=yjGigzkkXMM