buluşma


Fotoğraf: Yunus Özkazanç

Bizim nesil biraz ilklerin ve sonların, biraz da arada kalmaların neslidir. Gözlerimizi açtığımızda 80’lerin karanlık kasvetli ilk yılları hüküm sürmekteydi, 70’ler bitmiş, kurulan hayaller sobalarda kül olup gitmişti. Sokağı ev belleyen son çocuklarken, evimize ilk televizyon geldi, ışık gören tavşan misali bakakaldık. Televizyonu telefon, telefonu kasetçalar kovaladı, her tuşu ile çılgınca oynayan bizi de annelerimiz. İlk yalnız dışarı çıkma izni koparılıp özgür hayat bize kapılarını açtığında, ilkbaharın ilk güneşi, ilk buluşmaların heyecanı ile birleşti. Emindik bizi müthiş yılların beklediğinden, o heyecanla uçarak giderdik o ilk randevulara. Adres belliydi, önemli olan sadece tek bir soru vardı: Hangi Dost?

Heyecanlıydı Dost’un önünde beklemek, pek çok yönden. Bir kere gelişi heyecanlı ve imkanlıydı, Yüksel tarafından gelenler Heykel’in önünde kimler eylem yapıyor, Konur tarafından gelenler Engürü’nün önünde kim volta atıyor bilirdi, Karanfil yönünden gelen havalı metalciler Karanfil Pasajı’ndan son kasetleri çektirip havalarına hava katabilirler, romantikler Selanik’ten veya Güvenpark’tan kaptıkları buketlerle caka satabilirlerdi. Köşeyi döndüğünüz anda ise tatlı bir gerginlik başlardı, geldiğiniz güne ve saate göre kapı önünde bekleyen 20 de olabilirdi, 100 de ama acaba o da var mıydı! Varsa özürler, umarım bekletmemişimdirler gırla gider, tatlı bir rahatlama ile planlar oracıkta yapılırdı. Ama ya yoksa! O zaman endişeli anlar başlardı işte. Öncelikle herkesin yüzüne tek tek rahatsız etmeden bakmak. İçeriyi hızlıca kolaçan etmek. Ve kendine o bekleyenler terminalinde bir köşecik bulmak. Gözler ufukta, kalpte belki tatlı bir kıpırtı. Ama işte o anda başlayan bir bilinmezlik. Henüz medeniyetin gelmediği, bankların olmadığı yıllar, ayakta ne kadar bekleyeceğiniz o kadar meçhul ki, 2 dakika da olası, sabrınız ve beklenenden beklentinize göre 2 saat de. İçerinin cazibesi ayrı, tam kapının girişinde yeni kasetler reyonu adeta dile gelmiş sizi çağırıyor ve fakat ya beklediğiniz gelir de sizi göremezse! Bir göz kasetlerde bir göz kapıda, arafın Dost hali işte. Kitaplara kadar gitmek ise çok riskli, beklediğiniz kişiyi çok tanımak çok güvenmek lazım, adeta bir yoldaşlık testi. Dakikalar uzadıkça yavaş yavaş artan gerginlik, ne yapmanın gerektiğine dair kafada planlar. İçeriyi iyice kontrol etmek mi yoksa koşa koşa diğer Dostlara bakıp dönmek mi? Panik seviyesi arttıysa Gima’nın oradaki PTT’ye koşup eve telefon etmek mi? Ya siz yokken geliverirse!

Burada bir parantezle diğer Dostlar mevzunu da açmak lazım belki. Her jenerasyonun diğer Dost’u kendine idi. Abilerimiz, ablalarımız için Dost dendiğinde kast edilen tabiki Konur Dost idi, kayıpların bulunduğu, dostların kavuştuğu, ilk ferah nefeslerin alındığı o efsane Dost. Diğer dükkanlar-dükkandı işte. Bizim jenerasyonun Dost’u ise Karanfil Dost idi. Kocamandı, rock dinlemeyi isyan zannettiğimiz o en bebek günlerimizde son çıkan kasetlerden yabancı dergilerin kes yapıştır Türkçe versiyonlarına, gitar notalarına her şeyin olduğu bir Büyülü Bahçe idi. Elimizdeki simit çay parasından kaset parası çıkarmak bir dert, gelecek seferin hayalini kurmak hayat gayesi idi. Bu aşka yanıtsız kalamayan Dost’un yolun karşısına açtığı dükkan tadımızı kaçırmıştı azıcık, bizim dünyamızda kitaptan kasede giden yol bir tane idi, Karanfil Sokak’tan geçerdi. Yine de oranın da fanı olan, orada buluşmaya çalışan bir küçük fraksiyona engel olamadık.


Fotoğraf: Can Mengilibörü

Üç Dost hadi neyseydi de hasbelkader başka yerde randevu verene korkunç canımız sıkılırdı. YKM’nin önünün yıldırıcı kalabalığı, Vakko’nun önünün yabancı, iğreti ruh halleri buluşacağımız konusunda sorgulatırdı. Hemen yukarı doğru koşmak isterdik, bizim olana, bizim gibi olana, ışıklı olana doğru…

Randevulaşarak buluşmanın tatlı heyecanını ve naifliğini yaşayabilen son nesildik, buna eminim maalesef ama iyimser yanım Dost’un önünde buluşan son nesil değildik diyor son yıllarda, yaş alma belirtisi olsa gerek. Dayanamadım sonunda, pandeminin ortasında verdim sevdiceğime randevuyu, saat 5’te Dost’ta! (Hangi Dost diye yanıt alamamanın hüznü ile). 5’te vardım, 20’lerin arasında sıraya durdum yüzümde aptal bir sırıtma ile. Banklar bizim için fazlasıyla konfor ama yer yok, ne iyi! Sevdicek gözüktü sonunda ufukta, içerden gerekli dergi araştırmaları sonrası Charlie’ye bile yolumuzu düşürdük. Sakarya heykel vazifelerimizi tamamlayıp gün batarken gözden kaybolduk, mutlu ve biraz da gençtik. Demek umut vardı hala, hala sevenler birbirini kitapçıların önünde bekliyorsa, hala güneş ışığı süzülüyorsa Yüksel Caddesi’nin ışıklarından kirpiklerimize doğru, vardı umut hala.