Fotoğraf: Fahri Aksırt
Kentin içinde kente ne kadar uzak kaldınız? Her gün geçtiğiniz sokaklara yabancılaştığınız oldu mu? Birkaç sene önce, iş çıkışı, Adil Han’dan, Meşrutiyet’e bir yürüyüşüm vardır ki; ne zaman çıkıp gitmek fikri hasıl olsa, o anı zihnimde canlanır. Ekim miydi, Aralık mı? Havanın soğuk olduğunu hatırlıyorum, soğuktu, ellerimi ovuşturup avucuma sıcak havayı nakşettiğim, yoğun bir soğuk. Yağmur yağmıştı, belki birkaç saat önce kesilmişti, şemsiyemi hiç çıkarmadım çantamdan, hala ıslak yerlere vuran yansımalardan etrafımda yükselen binaları seçebiliyordum. Akşam dokuz gibi, otobüse yetişmek için acele ediyordum. Her zamanki gibi çantamı sırtıma takıp, kapüşonumu kafama geçirmiş, kulaklıkları tıkayıvermiştim kulağıma.
Fotoğraf: Can Mengilibörü
O sensörlü kapıların açılmasıyla, içerideki uyuşukluk veren sıcaklığın kitap tozuna bulanmış, kullanılmış havanın son bulması ve buz gibi temiz havanın yüzüme çarpması; heyecanla karışık bir mutluluk demekti. Han’ı görünmez yapan o aradan, Divan pastanesinin ışığını görürdüm, binayı dönünce ışıklar binle çarpılırdı. Cadde boyunca sokak lambalarının ışıkları, rengarenk reklam tabelaları; yürüyen insanların telefonlarından yüzlerine yansıyan radyasyonlu beyaz ışık. O anı, her seferinde zihnimde durduruyorum, ne tuhaftır ki yanımdan hızlıca geçip giden yüzleri hatırlıyorum, sanki konuştuklarını da duyuyor gibiyim. Bir yerlere gitmek için acele eden, benden başka insanlar. Az ilerde ki durağa doluşan, kartlarını hazırlayan, çantasında bir şeyler arayan insanlar. Durağa yaklaşan ve gözümü alan EGO’nun parlayan numara ışıkları, sanki biraz sonra Sıhhiye durağına varacak ve görüş alanımdan çıkmayacak gibi.
Fotoğraf: Fahri Aksırt
Cadde boyunca zihnimde her şey o kadar net ki, aklıma geldikçe şaşırıyor bir o kadar da mutlu oluyorum. O gün, o yolu yürürken beş metre ötemi bile göremiyordum gözlüksüz. Şimdi gözlerimi kapatıyor ve her detayı kusursuz hatırlıyorum. Işıklar uzayıp gitmiyor, insanlar uzaklaştıkça aynı kişi olmuyor. Yüz metreden daha uzağım ama Fenerium’un vitrinindeki reklam resmini, hatta yerlere saçılmış kartvizitlerin üzerindeki numaraları bile görüyorum. Simit sarayının önünden geçerken susamın kokusunu; şimdi şu anda hala, sabahtan kalmış, bayatlamış simidin üzerindeki susamın kokusunu alabiliyorum. İlerideki müzisyenin tanıdık gelmeyen ezgisine eşlik etmek istiyorum. Birbirine karışan bulanık bir kakofoni yok zihnimde, tüm sesler birbirinden bağımsız ve ahenk içinde. O gün, otobüse yetişmek için aceleyle geçip gittim o caddeden. Şimdi o ana dönmenin hayaliyle benzer bir adrenalin salgılıyorum.
Fotoğraf: Fahri Aksırt
Şehirlerin sokakları, her gün geçtiğiniz caddeler, bulunduğunuz her mekan bir hikaye taşıyor. Kalabalık ve gri olarak anılan bir şehrin, sıradan bir sokağında ki bir an, saniyenin onda biri kadar bir an; aklınızın bir köşesinde canlanmayı bekliyor olabilir. Bilmiyorum nedendir, bu kısa ve önemsiz yolculuk bana hala huzur veriyor. Şimdi, bana çalışma odamda bilgisayar ekranına bakarken, güvenli alanımda dahi, sahip olamadığım özgürlüğü hatırlatıyor. Bunları, pandemi ile sarsılmış bir dünyada, kendine hapsolmuş bir insan olarak yazıyorum. Hayat tam da şu süreçte, bize evde ekmek yapmaktan çok daha önemli bir şeyi öğretmiş olmalı. Anın kıymetini. Tek bir anın, önemsiz sandığınız bir anın. Belki de hayatınızın en önemli anlarının, yaşanmış, yaşanan ve yaşanacak olan tüm anların kıymetini.
Fotoğraf: Fahri Aksırt
Şimdi biriktirmek için sıraya koyduğunuz tüm anıları, çektireceğiniz fotoğrafları, karışacağınız insan kalabalıklarını bir kez daha düşünün. Çünkü bazen boşa harcanan tek bir an, yaşamak isteyeceğiniz bütün anılarınızı elinizden alabilir.