balkon

Karantinanın kırkıncı gününde yine balkonda otururken önceden oturduğum eski balkonlar geldi aklıma. Kimi tarihi, kimi modern, kimi bu iki bileşimin arasında kalmış, her birinin kendine has dokusu olan farklı kültürlere ait çeşitli balkonlar… Sanırım kendi balkonumda bakacak yeni bir şey kalmadığından geldi aklıma eski balkonlarım. Oturduğum yerden kalkıp kalbimin odalarının balkonlarına gideyim dedim bir de. Temizlemem gereken ne çok birikmişlik ne çok özlem varmış meğerse kendi balkonumda.

Karantina günlükleri yol günlükleriymiş benim için o an anladım. Kendi iç dünyamı dışarıdaki dünyayı tanıyarak keşfetmekmiş benliğimi oluşturan şeylerden biri. Yolda olmak, bilinmezliklere doğru adım atmak da bunun bir aracıymış. Hiçbir güvencem olmadan, birkaç aylığına tüm hayatımı tek bir sırt çantasına sığdırarak çıktığım yolculuk, içimdeki balkonun en rahat hissettiğim yeriymiş. En çok evim gibi gördüğüm yerlermiş tek gece kaldığım havalimanları, evler ya da otel odaları. Dilini bile bilmediğim bir çocukla saatlerce gülüşüp oynamak, bambaşka hikayelerin kederli sularında kaybolup ağlamak, sokakta yürürken aniden kulağıma gelen bir ezginin peşine takılıp saatlerce o ezgiye dalıp gitmek, yoğun bir uykusuzluk, sırtımda evimi sığdırdığım sırt çantamın ağırlığı, kendimden iğrendiğim bir ter kokusu ve yorgunlukla bitap bir halde kaldırımına çöktüğüm yabancı bir şehirde en sevdiğim yazarlardan birinin öldüğü evin müzesini görüp tüm yorgunluğumu unutarak tekrardan koşmakmış beni dünyaya aşık eden.

Bir anda karşı dairedeki yemek yiyen insanları gördüğüm balkonuma geri döndüm sonra. Evden çıkıp markete bile gitmeye korkarken, kendi içimde kilometrelerce uzaklara yolculuk yapmışım farkında bile olmadan. Ağır ama huzurlu adımlarla kendime bir kahve yaptım ardına. Kahvemle birlikte balkonuma geri dönüp günbatımının kızıllığını seyrederken içimde gideceğim yeni balkonların çocuksu heyecanı vardı bir yandan da.