Ankara’yı birlikte keşfetmek, gitgide daralan kamusallığını birlikte çoğaltmak üzere yola çıkan çok editörlü ve çok yazarlı çevrimiçi yayın Zıtlar Mecmuası, bu ay iki yaşına girdi. Bu iki yılın son dokuz ayında iş yerlerinin bir kısmı, okullar ve farklı kamusal alanlar kentteki fiziksel alandan çevrimiçi uygulamalara taşındı. Küresel salgının gidişatı ve kentsel yaşamımıza etkileri üzerine yalnızca tahminler yürütebildiğimiz bir zamanın içinden geçerken, son iki yılın çevrimiçi yayıncılık deneyimi üzerine düşüncelerimizi dökmeye karar verdik. Bunu yaparken bazı kavramlar seçtik ve her kavram altında düşüncelerimizi metin ve görsellerle toparladık.
Belki bu yazıyı okumaya rastgele bir cümleden başlayacaksınız, belki sırayla gideceksiniz ya da zıt eğilimleriniz varsa sondan başlamak işinize gelecek. Hangi yöntemi kendinize yakın hissediyorsanız öyle yapın; belki de Zıtların çevrimiçi deneyiminden çıkan cümleler bu son aylarda yaşadığınız ekran dolu gerçekliğinize dokunacak. Acaba hangi satırlarda kendinizi bulacaksınız? Zıtlardan gelen bu duygu ve düşünceleri paylaşıyor musunuz?
Bu doğum günü yazısı sizlere sohbetimizdir, cevap vermek isterseniz: meydan@zitlarmecmuasi.com.
Bellek
Geçmişin ortaklık ve karşıtlıklarını hatırlamanın yanı sıra bugünün de yarın olacağının farkındalığı ile şimdikinin hem bugün hem yarın için değerini bilmeye çalışmak var gözümüzü diktiklerimizde. (HD)
Kentin, özel olarak Ankara’yı oluşturan geçmişin izini birlikte sürmek, bilene hatırlayana başvurarak. (ZA)
İnsan hatırladığı sürece insandır ve hatırladıkça insan kalacaktır. (ÖCC)
Hem bireysel hem toplumsal olarak sürekli yeniden ürettiğimiz bir zemin. (GA)
Kolaj (GA)
Kaybettirilmeye çalışıldıkça daha çok sarıldığımız, tırnağımızla kazarak bulduğumuz, değerlimiz. (AG)
Şimdiki zamanın yorumlanması imkansızlığına bir penceredir; (yaşanmış) dünü biriktirip/hissedip, yarının (geleceği) parçacıklarını biraraya getirme uğraşı. Aidiyetsiz canlı yoktur, olması da mümkünatsızdır. Hiçbir ölçü ve ölçeğin olmadığı çölde yürüdünüz mü hiç..! Buradan başlayabiliriz sohbete, algı/biriken ve demans aralığında bir sarkaçta. (TG)
Birarada
Hep olamasa da olduğu anları parlatan bir hal. (ZA)
Pandemi, balkon (biraradalığı), pencereden 1 mayıs, “şu hayatta bana 3 kişi yeter”, karıncaların iletişimi, yalnızlık ve ölüm, tek başına taşınamayan bir çekyat, biriktirdiğinizi konuşamayınca oluşan şişkinlik, dil/akıl konusunda nörologların ne dediğini bir duymalı mı yoksa: “iletişmeyen beyinde ne oluyor!”. Yanyanalığın sayısal olmayan enerjisi, üretimi, keyfi, çoğaltıcılığı. (TG)
Çevrimdışı ortamlarda sandalyeyi şuraya çekersek olurdu. Ya da orada duvar varsa, koltuğu ona göre hizalamak gerekebilirdi. Sanki bildiğimiz ve anladığımız da bu gibiydi. Bazen yerçekimsiz ortamda oynarken, top yere düşecekmiş gibi davranıyoruz gibi geliyor. Bilmem başka Zıtlar ne der buna? Ama bazı anlar, birbirimizi bir masanın etrafında görmesek de hissettiğimizde bir anımız oluyor (hem an hem anı). Bu an(ı) bizim için, Robin Williams’ın oynadığı 1997 yapımı Flubber filmindeki madde gibi; enerjisini, nereye kadar zıplayacağını bilemediğimiz, kıpır kıpır, bizi şaşırtan, bizi bir yerlere götüren bir şeye dönüşüyor. Elimizden kayıp gitse, bazen zamanlamasını anlamasak da hep dönüyor. Bilmem Robin Williams aramızda olsaydı ne derdi buna? (bmo)
Olmadan ateş sönüyor, ateşi harlamıyor kimse. Önemli olan iş değil üretim değil, el elelik, göz gözelik. (AG)
Can sıkıntısı ölümden beter. İnsan hayatı ve kendini ötekine temas etmeden anlayamıyor bile. Anlamsızlık ve sıkıntı… Bu kadim dertlerin değişmez devası birarada olmak. (ÖCC)
Bazı yorucu dinamikleri olsa da beraber keşfetmek, üretmenin türlü yolunu aramak tek başına çıkılan yollardan çok daha fazla şey öğretiyor. Sanıyorum ki ayrıca kendini başkalarıyla yan yana yürürken daha iyi tanıyorsun. (GA)
Çevrimiçi kamusallık
Biraz terlikli çaylı rahatlıkta ama biraz da yalan dünya. (AG)
Birileriyle irtibatta olamayacağım kaygısı beni esir alıyor. Su, ekmek, internet artık. Sınırları kaldıran, duvarları yıkan, uzakları yakın eden bir güç olmakla birlikte insanlıkla ilişkilenmenin dozunu filtrelerle ayarlayabildiğin konforlu bir alan. (ÖCC)
Sokakta olamayanı buralarda oldurma çabası. Aslında COVID’den önce ve COVID’den sonra diye ayrım yapmak gerekebilir. Zira COVID’den sonra çevrimiçi çok yorucu, dikkat dağıtıcı da olmaya başladı. Önce yan yana gelmeyi mümkün kılan bir alternatif gibi üstüne atladı(k) biraz. Artık çok öyle değil. Fakat bir yandan da erişilmesi olanaksız tartışmalara dahil olma imkanı sunduğu için belki de yeni bir dünya hayal etme imkanı olarak yan yana gelişlere pencereler açıyor. (ZA)
Küresel salgınla birlikte hayatımıza daha da giren, fakat 2015’ten bu yana yakından hissettiğimizi düşündüğüm, sokakta kolektif olarak kaybettiğimizi evlerimizdeki ekranlardan genişletmeye/açmaya çalışmak. (GA)
“Göz görmeden konuşamıyorum” demişti şair telefonla katıldığı bir radyo canlı yayınında, bu yeni kamusallıkta göz de görüyoruz, mimik te ama dijital bir halde. Bilginin her türüne ulaşmanın çeşitliliği ve (madden şanslıysak) kapandığımız çekirdek evin/ofisin (mekanın) içindeki yalnızlığımızı çözen, bir o kadar da hissizleştiren bir biraradalık oldu “yeni normal” denen pandemi zamanı. (TG)
Çevrimiçi yayıncılık
Heyecanla sürmesi için ocağın altında harı ateşleyen birileri olmalı hep. (ZA)
2014, 2015 ve 2016 yıllarında hala çevrimiçi yayıncılığa mesafe koyabiliyordum. Çevrimiçi olana mesafeli hissetmemi de -35 yaşında bir insan olarak- sadece kuşaksal bir mesele sanıyordum. Ekranın yalnızlaştırıcı mekansallığı bir yana, zamansallığı beni çok ürkütüyor. Herşey büyük bir hızla birbirinin peşi sıra akıyor. Ya hiçbir metin asla okunmuyorsa diye kaygılanıyorum… Düşünsenize ya uzaya gönderdiğimiz sinyallerin büyük bir kısmı boşunaysa? Sonra Mecmua’nın Balkon yazılarını ve o yazıların birbiri ardına eklemlenerek büyüme sürecini hatırlıyorum, Balkon’un salgının en kaygılı zamanlarının birinde yarattığı ‘temiz havayı’ düşünüyorum, daha nice yazma ve yayınlama anısı var diyorum, içime bir umut doğuyor… (GA)
Gutenberg kodlu beyinlerin alışmakta zorlandığı, ama imkanlı, ucuz, erişilebilir diye zor zor zorladığımız. (AG)
Zormuş… duygusal kodlularımızın çoğunluğu sürdürdüğü coğrafyamızda dokunmak isteyenlerimiz hala çoğunlukta. Nitelik ve sorumluluk gerektirdiği kesin ve bezginliğe çok müsait bir durum. Ama unutmamalı; bilginin, birikenin her tür paylaşımı, hayal dünyamızın çeperlerini şeffaflaştıran, genişletendir. Temas edebildiği kadar var, evet. Ama ‘var’. (TG)
Geri kafalılığın lüzumu yok. Evet matbaa kokulu sayfalar çok güzeldi. Kurşun harfler, Elde harf dizimi, metal klişeler ile baskılar, kağıt kesimi, ille de ciltleme, hurufat, klişeler… Kitaplar, exlibrisler, mecmualar, efemeralar… Sonra ozalitçiler, bilgisayarlar, tasarım programları, printerlar, etiketler, fanzinler… Ne var ki her şey değişti. Tüm bunlar arşiv ve müze nesnesi olmak yolunda, hızla nostalji kara deliği tarafından emiliyor. Zamanın ruhu diye bir şey var ve akıntıya karşı yüzmek bana ahmaklık gibi geliyor. Neyse ne. Bitmeyecek olan fikirlerin, öykülerin, şiirlerin yayılacak olması. Bugün çevrimiçi. (ÖCC)
Kent Hakkı
Gece yarısı kafam bozulduğunda kulağıma kulaklığımı takıp müzik dinleyerek yürüyebildiğim kadar yürümek istiyorum. Korkusuzca, güven içinde, kendimden önceki nesillerle bağ kurarak ve seyrine doyamadığım şeylere bakıp hayaller kurarak. Kentten hak talebim bu. (ÖCC)
(GA)
Kuşun dala konma, Itır’ın ağaç koklama, Yasemin’in sokakta seksek oynama hakkı, Ayşe’nin kafasını kaldırınca güneşi görme hakkı. (AG)
Kentte yaşayan her bir şey’in mutluluğunun sağlanması şartlarının bütünü. Kentin azını çoğunu yaşamış, zorunu kolayını tadmışlar anlayabilir. (TG)
Çocukların, engellilerin, kedilerin, kuşların, hepimizin, korkmadan, tökezlemeden mutlu yaşam sürme hakkı. Bunun inşasının bir parçası olmak için yazıyor, düşünüyor, okuyor, söyleşiyor giderek daha az da olsa sokakta sözümüzü söylüyoruz. (ZA)
Çevrimiçi ve çok sesli talep ediyor olduğumuz, kente dair haklarımızın bütünü. (GA)