kültür

Mesai bitti bitiyor Ankara’da. Zaten hep öyledir “bitti bitecek” ama hiç bitmez. Yağmur bile hep mesai çıkışını bekler. Sözgelimi mevsim sonbahardan kış şimdi, 7,5’tan 8 yani, güneşin ışığı var kendi yok: Gündüzünü battaniye ile örttüğümüz Ankarasallık, hep bir naz, ne giysen ya bir fazla ya bir az.

Bir garip şehir Ankara. Şüphesiz, annelerden abilerden miras bir gelenekler cumhuriyeti, bir kasaba değil, tam aksi, bir kasaba olmanın tüm geleneğini korumaya çalışan, aynalarda büyüyen ve aynalarla çoğalan insanlığa karşın bu ısrarını sürdüren bir kent.

Hayata yetişebilmek için bir taksi tutsak bari.


Fotoğraf: Umut Kara

Şu güzelim memlekette erkekler kadınları, Sünniler Alevileri, Türkler Kürtleri tanımlar. Ankara’yı da denizin ve zeytinin tanımlamasına maruz bırakırlar, ne değilse Ankara, onun ile tarif edilir. İlkokul müfredatında kalması bundandır.

Ankara’nın en büyük özeliği: memurlarının bakanlıklar üzerine dağılma özeliği. Bu kenti analitik geometri üzerine kurmuşlar. Öklit’e bir öğrencisi, Hocam bu teorem ve ispatlarınız pek güzel ama ne işe yarar ki, diye sormuş. Öklit hizmetçisini çağırıp, öğrencisini işaret ederek, şuna değerli üç beş şey ver, boşuna harcamış olmadığını anlasın vaktini, der. Bir yerden baktığımızda aldığımız maaşın hikayesi. Düşünün, nasıl bir güç gösterisi, taşra ilan etmiş bir başka devlet daha var mıdır merkezini, yavrusunu yiyen aslan gibi? Aslan demişken, “Her atılanı yutardı bu kent, bu yorgunluğumu da kendinin sanırdı, ne çabuk sanırdı.” demişti Sevgi Soysal, adı Kurtuluş, Seyran, Saimekadın, soyadı Yenişehir olan kadın.

Yine de uçuşlar serbesttir. Devletin pilot bölgesidir. Sözgelimi mevsim meyveleri ilk Ankara pavyonlarına düşer.


Fotoğraf: Umut Kara

Ah benim dolmuşları ulusalcı otobüsleri halkçı Ankaram. Halk otobüsleri özel, yan kesicileri tüzel Ankaram, tüm beddualar bile önce “evrak”a sonra Allah’a havaledir sende. Yaşamın bizi, bürokrasinin ise yaşamı beklettiği ikincillikler şehri. Son yıllarda her mevki karıştı birbirine bu bekleyişte. İller Bankası kulisleri yerine Melike Hatun Cami bahçesi var şimdi, beklemek “zaman” kazandı. Bekleme salonumuz geniş, 50’den 1 fazla iki eksiğiz, kontisiz. Ne yok ki içinde, lego mescidler, bahis siteleri, bordro makinesi, alıç kolyeler, asfalt dökücü, susturucu, hacı yağı, güneş yağı, ütü evi, pudra, bira, şimşir kaşık ve ego var, ama en çok ego. Ha bir de yürüyen merdivenin yürümesini bekleyen bir uygarlık var. Bir de eski “kent”, eski dostluklar, eski bayramlardan da önce eskiyen mantolar, aranan eski dosyalar var.


Fotoğraf: Umut Kara

Tüm insanların bir kurum, tüm kurumların ise bir birey olduğu Ankaramızın “kaybolmazlık”ı var. Numarası varsa kaybolmaz! “Ankara” bunu çok iyi biliyor… Kaybolmazlıklar şehri derin tarihteki diğer ismi. Halbuki Konfüçyüs ne diyor, bir şeyi kaybetmek istiyorsan göz önüne koy! Çok şey kayıp burada, ilkin devlet, sonra neşe ve gençlik, liyakat ile muhakemat ve elbette yas, sonra göz değen değmeyen her şey, nazar duası nas. Müfredata şöyle koyuyor bunu Talim Terbiye Kurulu. Ankara: Resmî  bitki örtüsü step by stop, parmaklık, taş; resmî yağışı gözyaşı; resmî dili Türgçe, türkü türkü Türkiye; resmî rengi radyo sesi, resmî marş arş, resmî içeceği paşa çayı, resmî yemeği döner. Bakmayın havasına gazına, öylesine yaralı ki, bir yeri Kızılay bir yeri Sıhhiye bir yeri Dikimevi. Kent, katlanmış, birbiri üzerine yıkılan domino taşları misali: uygarlık uygarlık, siyaset siyaset, semt semt, söz söz. Yine de oyunlar şehri. Taksilerinde misket, dolmuşlarında dev cüce, otobüslerinde sağlı sollu ilerleme oynanıyor. Ne oynanırsa fazla mesai olarak yazılıyor. Bu yüzden hiç kimse bir Ankaralı kadar oyunhavasını ciddiye alamaz.

Ah Ankara, bir bahtın resmî geçiti. Acemi şairin zoraki bitirdiği şiir, nakarattan oluşan şarkı, birbirine denden günler, üç tümcelik kompozisyon. Ne kadar çok tekrar var. Bambaşka gibi her yer bir o kadar. Kent-köylerinde insanlar 541’i bekler, merkezde kimisi 297, olmazsa 220 de geçer.


Fotoğraf: Umut Kara

Halk ekmek kuyruğunda sıra bana gelince yere düşen 5 kuruş, sen hangi sessizlikle dahilsin bize? Akdere yanlaması mı, Pursaklar alaycılığı mı, Kayaş Çeşmesi mi, Şaşmaz trigeri mi, Keçiören ilahisi mi, Lalegül nöbeti mi, muhalefet partisi mi, çocuk meclisi mi, Portakal Çiçeği Vadisi mi, 10 Kasım sireni mi, bir pazar günü Posta Caddesi mi, eksi sıfır hesap çaresizliği mi, yaz Kuşkondusu mu, güz gecekondusu mu, asliye ceza mı, Vedat Dalokay mı, Tübitak’ın T’si mi, Sincan’ın F’si mi, hangi sessizliğe dahilsin? Ruksan’ın Herma’nın Satı’nın Emine’nin Pervin’in sütleri nereye karıştı?..

Hep kendinden bir Ankara ile karşılaştığın için güzeldir Ankara.

Türkiye’den Ankara küçük görülür, Ankara’dan Türkiye daha küçük.

Bütün bütünlemeye kalışların başkenti.

Biyolojik ve siyasal ömrüm el verirse bundan sonra her yayımda bir semtin hikayesini yazmaya çalışacağım burada. Ayık olun.

“Hayır mı gardaş? Vegas değil bura, kumarı oynatan devlet, nası olacak? He”

İlk semtimiz Ulus olsun mu?