kültür

Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu’nun Türk Ocağı Binası olarak planladığı yapı 1927-1930 yılları arasında inşa edildi. Yapıldığı yıllarda Ankara’nın hemen her yerinden görünen ve şehrin silüetini belirleyen yapı eski şehirden yeni şehre uzanan kent aksına yerleşmişti. Başlarda çok hızlı statü değiştiren bina 1980 yılında ise yine meşakkatli restorasyon çalışmaları ile müzeye dönüştürüldü. Bünyesindeki eserler açısından müzenin oldukça geniş ve zengin bir koleksiyona sahip olduğunu söylemek mümkün. Bu coğrafyadaki en eski ressamlardan günümüze kadar hemen her döneme ait eserler ile müze, sanatseverler ve araştırmacılar için Türk görsel sanatları alanında son derece önemli bir kaynak.


Arif Hikmet Koyunoğlu Eskizi

Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un belirttiğine göre1 7 Nisan 2018’den itibaren kapsamlı restorasyon çalışmaları sebebiyle kapalı olan Resim Heykel Müzesi, 28 Aralık 2020’de tekrar açıldı. Geçen bu sürede hem binada var olan bazı sorunlar giderildi hem de müzenin sergileme ve depolama alanlarında iyileştirme ve yeniden düzenleme çalışmaları yapıldı. En güzel gelişme ise deponun tamamen elden geçmiş olması idi. Önceden ideal olmayan depo koşulları artık hem yeri ve iklimlendirmesi ile hem depolama sistemleri2 ile çağdaş müzecilik anlayışını yakalamış gibi görünüyor. Türk Odası ve Türk Ocağı Konser Salonu da restorasyondan geçmiş durumda.

Müzeye girince yine sağda Koyunoğlu Salonu karşılıyor bizi. Önceleri tek mekan olarak kullanılan bu bölüm, restorasyon sonrası birimlere ayrılmış ve yeni sergileme alanları yaratılmış. Girer girmez sol duvar, müze tarihçesi ve tanıtımı için ayrılmış. Sağda eskiden müze yönetimine ait odaların olduğu kısımlar da sergi kapsamına alınarak, yapının mimarı Arif Hikmet Koyunoğlu’nun tanıtımı için kullanılmış. Burada aynı zamanda mimarın TRT’ye verdiği röportajın da izlenebileceği bir sinevizyon odası bulunuyor.

İki duvarla bölümlenen ana mekanda, duvarların dışarıya bakan kısmında müzenin tarihine ve mimara ait çeşitli belgeler asılmış. Karşılıklı bakan duvarlarda ise farklı dönem, atölye ve sanat anlayışlarına sahip ressamların resimleri bir arada sergileniyor. Merkeze konumlandırılmış Zonaro’nun Bir Genç Kız resmi mavi bir fonda sizi karşılıyor. Müzenin web adresinde Koyunoğlu salonundaki “Zaman’sız İzler” adlı geçici sergide; yapının tarihçesi, buraya emeği geçenlerin ve sanatçıların tanıtımının yapıldığı ifade ediliyor ve buradaki teşhir biçimi de diğer salonlarda yaşanacak deneyimin habercisi gibi.

Salonların geri kalanlarının hepsi eski “U” şeklindeki yerleşimin aynısı… Yukarıda, merdivenlerden çıkar çıkmaz karşınıza Şeker Ahmet Paşa Sergi Salonu çıkıyor, hemen yanında da Osman Hamdi Bey Salonu. Her iki salonda da hem söz konusu sanatçıların eserleri hem de temsil ettikleri döneme ait çeşitli eserler sergileniyor. Osman Hamdi Bey Salonu sağ duvarında, Abdülmecid Efendi’nin ‘Haremde Goethe’ resmindeki prenses size yukarıdan bakıyor. (Prensesliğinden değil) Müzenin sitesindeki bilgiye göre 132 cm. yüksekliğindeki eser yerden yaklaşık 120 cm. yükseğe asılı olduğu için! Aslında göz göze gelmeniz gerekirken mecburen kafanızı kaldırarak bakıyorsunuz ki bu da kadının bakışlarındaki fütursuzluğu hissedememenize sebep oluyor. Oysaki çağdaş Avrupalı sanatçıların resimlerinde görülen ve Osman Hamdi’nin portrelerinde de sıkça kullandığı kadının izleyiciye doğrudan bakıyor olmasının, izleyiciye ne anlattığı da çok önemli değil midir? Seçilen bu sergileme yüksekliği ile resimdeki tüm duygu uçup gidiyor. Bu da yetmezmiş gibi esere doğrultulan ışıktan kaynaklı fondaki detaylar da parlamalardan görünmüyor. Bir ileri bir geri gidip eğilip bükülerek görme çabaları da nafile. Tam karşı duvardaki Osman Hamdi ‘Silah Taciri’ resmi hariç salondaki tüm eserler yükseğe yerleştirilmiş haldeler. Bu iki salonun yanında Hoca Ali Rıza Salonu’nda ise ressama Halil Paşa’nın bir, Şevket Dağ’ın iki resmi eşlik ediyor. Hoca Ali Rıza’ya ait çok sayıda küçük ölçülü ve farklı tekniklerde yapılmış eser kıpkırmızı bir duvara karmakarışık şekilde asılmış. Resimlerin yan tarafında ise bilgilendirme kartları sıralı, hangisi hangi resme ait belirsiz. Resimlerin asılma düzeni ise bambaşka bir konu. Ben diyeyim Trendyol’dan alınan resim setlerini evin salonuna asmış gibi, siz deyin mahallemizin sanatsal çerçevecisi Boyut Çerçeve’ye girmiş gibi. En üst iki sıra resmi izlemek imkansız. Ressamın naif ve romantik çizgileri hem kırmızıyla hem de karmaşa ile ezilmiş.

Ardından iki koyu mavi salon geliyor; İbrahim Çallı ve Ali Çelebi Salonları. Aradaki koridor açık renkte duvarlarla bırakılan Nurullah Berk Salonu. Müze eski “U” biçimli yerleşimini korumuş. Koridor olarak adlandıracağımız kısımlar bir mavi bir açık renk şeklinde düzenlenmiş. Orta Salon Fikret Mualla ve en son Salon ise Orhan Peker Salonu olarak isimlendirilmiş. Müzenin tamamında eserler yukarı asılmış halde ve bazı resimleri aydınlatmadan kaynaklı parlamalardan dolayı izleyemiyorsunuz ama en çok da mavi fonda kaybolan eserleri… Cemal Tollu, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Fikret Mualla hele Adnan Çoker …, fon resimleri bir bir yutuyor. Ali Hadi Bara ve Kuzgun Acar’ın heykelleri de aynı kaderi paylaşıyor!

Tüm bunların dışında açılış ile ilgili yazılarda, sadece binanın değil eserlerin de restore edildiği bilgisi veriliyor. Eski sergide yer alan problemli eserlere yer verilmeyen seçkide birkaç resimde zamanla sıkıntı doğurabilecek durumlar göze çarpıyor. Bunlardan ilki ve en çok görüneni bazı tuvallerde özellikle alt kısımlarda yoğunlaşan dalgalanmalar. Resimlerin eksenindeki çarpılmalar, kağıt üzerine olan eserlerde paspartu bandının eserin üzerine çıkması gibi. Camların arasından sızan havanın perdeleri dalgalandırması da iklimlendirme açısından başlı başına bir başka sorun. Bu noktada ise bu müzede restorasyon laboratuvarının bulunmadığı ve oluşturulmakta olan laboratuvarın da müzeden kaldırıldığının altını çizmekte fayda var. Deposu ile çağdaş müze trendini yakalayan müze, laboratuvarın eksikliği ile birkaç büyük adım ile yine geriye gidiyor. Oysa hem Ankara Üniversitesi’nde hem Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi’nde yağlıboya tablo restorasyonu alanında yurt dışında yetişmiş iki kişi varken onlardan faydalanmamış olmak da… Ayrıca devamlı yanan ışıklar yerine sensörlü aydınlatmalar neden tercih edilmedi, özelikle de ilk iki salondaki gibi çok yıllık eserler için?

Sergilemeyle ilgili ise; günümüzde pek çok sanat müzesi duvarlarını renklendirmeyi seçiyor. Ülkemizde Pera Müzesi bunun çok güzel örneklerinden biri. Paris Louvre, St. Petersburg Hermitage Müzesi yahut Londra Ulusal Müzesi yurt dışı örneklerinden. Fakat buralardaki başlıca fark mekanların büyüklüğü. Tabii renk tonları ve üzerlerindeki resimlerin baskın renkleri, yahut çerçeveler ile ayrım yaratılması da diğer farklılıklar. Bu çerçevede değerlendirdiğimizde Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun mavisi bol resimlerini ya da Adnan Çoker’e denildiği gibi “renk alanı resmi” yapan ve mavi ile tonlarının bol olduğu tabloların mavi üzerine asılması ile bu değerli ressamların eserleri yok oluyor, silikleşiyor. Tabloların yükseğe asılmasında ise kullanılan sistem, izleyiciye doğru hafif bir eğim vermek. Ancak diğerlerinde resimler ortalama insan boyuna göre makul bir yüksekliğe mümkün olduğunca da tek başlarına asılı. Birden fazla resmin sergilenmesinde ise, karmaşık yerleşim hemen hemen hiç kullanılmıyor, kullanıldığında ise sırayla asmak tercih ediliyor. Bu sayede bilgilendirme kartlarını da düzenlemek kolay oluyor.

Müzede yaklaşık 3600 eser bulunuyor: 258’ı sergide bulunan, genel olarak bakıldığında seçil(ebil)en eserler ve neredeyse kronolojik yerleşim sayesinde Türk Resim Sanatı’nı bir bütün olarak görebilme olanağı çok güzel… Ah bir de görülebilse!

1 https://m.bianet.org/bianet/yasam/236760-ankara-resim-heykel-muzesi-ziyarete-acildi
2 https://www.arkitera.com/haber/ankara-devlet-resim-ve-heykel-muzesi-yeniden-ziyarete-aciliyor