Tayfur Cinemre | Fotoğraf: Erol Üçem
Aslı Esma Karaca’nın “Beyaz Motosiklet: Devrimin Beyaz Küheylanı” belgeseli Ankara Film Festivali kapsamında 7.11.2022’de Büyülü Fener sinemasında gösterildi.
Belgesele adını veren beyaz motosiklet;
Deniz Gezmiş’le Yusuf Aslan’ı taşıyan ve Şarkışla Gemerek’te yakalandıkları motosiklet,
Sinan Cemgil’i Nurhak’a götüren motosiklet,
Hüseyin İnan’la Torosları aşıp Adana’ya giden motosiklet,
Cihan Alptekin’i taşırken yakalandıkları motosiklet.
ODTÜ’den çıkıyor, yolu Sanasaryan Han’dan, Maltepe Cezaevi’nden, Ankara’ya geri dönerek Ulucanlar’dan geçiyor ve Karşıyaka Mezarlığı’nda son buluyor.
Belgesel beyaz motosikleti takip ediyor ve onun önemli duraklarına uğrayarak ilerliyor. Biz de Zıtlar Mecmuası olarak 68’in ve yönetmen Aslı Esma Karaca’nın kişisel tarihinin önemli duraklarını oluşturan tarihler ve mekanlar üzerinden bir söyleşi rotası çizmek istedik.
Aslı Esma Karaca | Fotoğraf: Can Mengilibörü
Tarih 6 Mayıs 2011, yer Ankara Karşıyaka Mezarlığı, Denizlerin anması, Tayfur Cinemre ile tanışmanızla başlayalım isterseniz.
6 Mayıs 2012 olmalı sanki, 2011 değil; kızıma hamileydim. Denizler’in anmasına Karşıyaka’ya gitmiştik. Mezarların önünden geçtikten sonra Halit Çelenk’in mezarına da uğrayalım istedik. Şekibe Çelenk oradaydı. Mezar başı kalabalıktı. Birkaç kişi fotoğraf çektiriyordu. Elinde profesyonel kamera tutan bir kadının “Tayfur abi bu tarafa” dediğini duydum. Hemen kadına dönüp “Tayfur Cinemre mi o?” diye sordum. Evet yanıtını alınca koşup ellerine yapıştım, ben sizi tanıyorum, kaç zamandır sizin peşinizdeyim diye. Tayfur abi şaşırdı tabi, kalabalık, mezarlık, anma ve hamile bir kadın yakasına yapışıyor…
Hikaye şu idi: ilk gençlik yıllarımın asi, itirazcı yürek titreşimleriyle hikayelerini okuyup, hep birlikte verdikleri mücadeleye hayran olduğum 68 kuşağının sembolü haline gelmiş olan Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan’ın yakalandığı beyaz motosiklet… Motosikletin sahibinin adı son yıllardaki birkaç yayında dillendirilmişti (2000’lerin başları). Ondan evvel, Erdal Öz’ün “Gülünün Solduğu Akşam”daki birebir röportajları dahil, “bir arkadaşın motosikleti” olarak ifade edilegelmişti. Çünkü deşifre olmamış bir isimdi: Tayfur Cinemre, adını duyduğumda aynı soyadında eski arkadaşım Dr. Okan Cinemre’yi aradım. Tanır mısın? diye sordum. Amcası olduğunu öğrendim ve hikaye buradan başladı. Karşıyaka’da Tayfur amcaya rastlamamın bana bir işaret olduğunu düşündüm ve Okan’ı darlamaya başladım. Okan’dan bizi buluşturmasını istedim ancak bu süreç de 2 yıl kadar sürdü. Sonradan Okan’ın bu süreci amcasını benimle konuşmaya ikna etmek için geçirdiğini öğrenecektim. Çünkü Tayfur Cinemre, 68 ODTÜ hareketi içinde oynadığı role dair o tarihe kadar bu konuda neredeyse tek kelime etmemişti… Filmin gösterime açılmasından sonra dönemin insanlarından, Tayfur amcanın 1968 ODTÜ’sünde öğrenci hareketi içinde de sessizliğiyle bilindiğini öğrenecektim.
1968 ve 2018 ile devam edelim. Sözlü tarih çalışmalarında 40-50 yıl gibi bir eşik süre vardır, 68’den tam 50 yıl sonra çekimlere başlama hikayenizden bahseder misiniz?
Aslında bu eşik süreyi şimdi sizden öğreniyorum ve evet tam da 50. yılında başlamışız. İşte bu da bir işaret aslında… Bilinçli, planlı bir şey değildi. 2015’te Ankara Garı Katliamı’nda kuzenim Ata Önder Atabay’ı kaybettik. Önder “Barış Mitingi”ne gelmişti Ankara’ya. Daha iyi, daha eşit, daha güzel, daha adil bir dünya düşleyen insanların geçmişte de günümüzde de acıyla, kederle, ölümle sınanmasını bir kez daha tecrübe etmenin acısıyla 68’i anlatma tutkum alevlendi. DTCF Tiyatro bölümünde öğrencilik yaptığım 2000’li yıllardan beri motosikletin hikayesini etrafımdaki senarist, yazar, yönetmen arkadaşlarıma anlatıp bunu yapmalıyız diyordum. İki Dil Bir Bavul’u çalışıyordu Özgür Doğan. Çekimlerin zorluğundan vs konuşuyorduk. Bana dedi ki, “herkesin kendi hayali var Esma, kimse senin hayalinin peşinden senin coşkunla koşamaz, bunu ancak sen yapabilirsin…” Sonra yine bölümden yazarlık öğrencisi arkadaşım Halil Özer, “hikaye çok iyi, ancak bunu birilerine anlatıp beklentiye girmen anlamsız, sen de torna tesviye meslek okulu okumadın bizimle birlikte tiyatro okudun, dramaturjinin ne olduğunu, yazma denen şeyin ne olduğunu sen de bizim kadar biliyorsun. Sen başla, biz sana fikir veririz.” Kızım küçüktü, elimde bebekle hiçbir şeye konsantre olup kafamı toplayamıyordum kii… can arkadaşım Barış Yıldırım’ın analitik aklı devreye girdi: “bir zaman tablosu yap, ne zaman nerede ne olmuş, as duvara, hikayeyi takip et!” Ama hikaye o denli dallı budaklıydı ki neresinden başlayıp neresinden devam edecektim. Beyaz motosiklet ve sürücüsü 68 Türkiye Devrimci Tarihinin neredeyse tüm önemli duraklarında vardı. Bunun hepsi 3 saatten fazla bir kayıt demekti ve estetik bir içeriği olamazdı. Halil “yol hikayesi” dedi, motosikletin yolunu izle, nerelere gitmiş, nerelere götürmüş…
Buradan yola çıkmaya karar verdim. Ankara Garı Katliamı gönüllülerinden video aktivisti, belgeselci Sibel Tekin ile kuzenimin gar önündeki anmalarında ve mahkemelerinde tanıştım. Kafamdaki hikayenin somutlaşması için gereken desteği ve kolektif bir iş olan sinemanın gerektirdiği ekibi bana Sibel sağladı. Böylece çalışmaya başladık. Ama tiyatro kökenli olduğumdan ekibi epeyce zorladığımı sonradan öğrendim. Sibel tüm nezaketiyle bana anlayış gösterip ekibi de koordine etti. Sinemanın parametreleriyle tiyatronun parametreleri farklı tabii…
Tarih 10 Ekim 2015, yer Ankara Garı, çok acı bir kayba ama bir de tanışmaya vesile oluyor, değil mi?
Önder’in kaybının birinci yılındaydı sanırım. Doğum günü için bir şeyler yapmak istedim. Tanıdığım için kendimi şanslı saydığım can arkadaşım Barış Yıldırım yine imdada koştu. Bir şarkı yaptı ve besteledi. Ben bu şarkıya bir klip yapalım istedim ama öyle fotoğrafların geçip durduğu klasik şeylerden değil, kreatif bir çalışma hayal ediyordum. Bunun için Ankara Garı önünden görüntüler lazımdı. Bu görüntülere nasıl ulaşırım diye araştırırken Sibel’e ulaştım. Sibel’in elinde neredeyse ihtiyacımız olan her malzeme vardı. Halil de sinemacı gözüyle görüntüleri birleştirmemize yardım etti, istediğim gibi bir klip çıktı ortaya. Şarkıyı yine çok sevgili arkadaşım Pınar Sezgi seslendirdi. 2016 yılı olmalı, Pınarların evinde size de anlatmıştım hikayeyi, anımsarsınız belki. Henüz çekimlere başlamamıştık. Önder’in doğum gününde yayımladık onun için yapılan şarkıyı ve klibi. Aslında hayalim, Vizon Tele’deki gibi mezar başına bir düzenekle şarkıyı Önder’e de dinletmekti ama köylük yerde mümkün olamadı. Önder memleketimiz Malatya’nın Hekimhan ilçesinde Karadere köyü mezarlığında yatıyor, babaannem ve dedemle birlikte…
2020 ve 2022 ile devam edelim. Belgesel yapım sürecinizden çıkıp bağımsızlığını ilan eden iki de kitap var, onlardan da bahseder misiniz?
Gerçekten de bağımsızlığını ilan eden iki kitap çıktı ortaya. Belgesel sürecinde tanıdığım ve kişisel hikayelerinin anlatılması gerektiğini düşündüğüm pek çok insan oldu, oluyor. Bunlardan ikisi Hasan Ataol ve Mete Ertekin’in yaşadıklarını hikaye ettiğim Hasan ve Mete… Her ikisini de evimde misafir ettim ve birebir dinleyip yazdım, yazdıklarımı onlara okuyup düzeltmelerini aldım. Bu yazım serüveninden sonra kitap olma aşaması da ayrı bir süreç tabii. “Hasan” için Scala Yayıncılık’tan sevgili Hakan Feyyat’ın desteğini aldım. “Mete” için Yeni İnsan Yayınevi, Aytaç Tolga Timur imkanlarını açtı. Güzel işler oldu, sevdim ben, umarım çok insana ulaşır. Kitaplardan bahsedip okunmalarını diledikçe şunu da belirtmekten kendimi alamıyorum: her iki kitabın da geliri baskıyı yapan yayınevlerinindir. “Hasan”, zaten Sosyal Araştırmalar Vakfı’nın yayını olarak çıktı, geliri vakıfındır. Mete de Yeni İnsan tarafından bilabedel basıldı, geliri yayınevinindir. Tüm canım dost, arkadaş ve akrabalarım kitapların satışına büyük destek oldular. Eczacı arkadaşlarımdan 10’ar 20’şer adet alanlar oldu. Var olsunlar…
2011’de başlayıp 2022’ye uzanan süreçte bir belgesel ve iki kitap çıktı ortaya, bu sizin kişisel rotanızı da etkileyip değiştirmiş olmalı. Kendi hikayenizi filme katmamak sizin tercihiniz miydi?
Bu konuda sevgili Sibel Tekin, belgesel sinemacı gözüyle bana çok ısrar etti. Senin hikayenin filme mutlaka katılması gerekiyor, böylelikle başka bir paralel yola girer film dedi. Ancak ben bu konuda biraz inatçıydım. Sanırım gelebilecek eleştirilerden çekindim. Çünkü konu çok hassas ve çok ince detayları olan bir konu. Eğer yönetmenin filme dahli çok profesyonelce olmazsa sakil duracaktı. Buna cesaret edemedim. Yani kadın, 68 kuşağının hikayesini kullanarak kendini ön plana çıkarmış, kendi hikayesini anlatmış desinler istemedim. Bu proje benim için o denli önemli ve bu konuda öylesine hassasım ki kendim üzerimden en ufak bir yan bakışa, yıkıcı eleştiriye mahal veremezdim. Yani, çocuğum gibi… Kötü sözden, kem gözden esirgemek çabasındayım.
Sibel’in beni filme dahil etmek ısrarından başka “47’liler”in yazarı Türk edebiyatının kıymetlilerinden Füruzan da bana filmi yapma sürecimi yazmam yönünde çok ısrar etti. “Hasan”ı okuyup Önsöz vermişti. Filmin hikayesini ve yaptıklarımı, yapmaya çalıştıklarımı yakından takip ediyordu. Her konuşmamızda film sürecini yazıyor musun diye soruyordu. Ancak, maalesef yazamadım. “Ben” dili kullanmak da itici geliyor yazarken. Ne bileyim, böyle mi yetiştirilmişiz nedir? Kendimizden ve yaptıklarımızdan bahsetmek ayıp geliyor… İnsan kendi hikayesini de üçüncü tekil şahıs gibi yazamıyor, olmadı yani…

Aslı Esma Karaca
Fotoğraf: Can Mengilibörü
Destek ya da fon arayışına girmemek ve belgeseli ‘yarıştırmamak’ da sizin tercihiniz, değil mi?
Evet, kendi tercihim. Ben antiemperyalist mücadeleye girmiş insanların hikayesini anlatırken devlet kurumlarından ya da AB kurumlarından ya da sivil görünen sermaye sahibi kişi ya da kuruluşlardan destek almayı etik bulmadığım için bu yola girmedim. Kendi imkanlarımla yapabildiğim kadarını yaparım dedim. Bu iş bir gönül işiydi ve öyle insanlarla çalışırsam ortaya iyi bir şey çıkacağını biliyordum. Hikayeyi duyan, ne yapmaya çalıştığımı anlayan tüm ekip arkadaşlarımız, emeklerini neredeyse karşılıksız seferber ettiler. Bunda Sibel’in herkesin, her işine koşuyor olmasının da payı büyük tabii. Bunun dezavantajı da kurgu sürecinde Sibel’in boş zamanını bulamıyor olmakla karşılık buldu???? Sibel kim ne yardım istese hiçbir zaman hayır demeyen biridir. Elinden ne geliyorsa inandığı işlere karşılıksız sunar. Böyle olunca zaman kavramı da olamıyor tabi…
Yarışmalara sokmak da filmin içeriğine aykırı düşerdi. Yani bu film bir dönemin ruhunu “aktarmak” için yapılmış bir iş, bir tür kreatif sözlü tarih çalışması. Klasik bir çalışma olmasın istedik, aktarımın izlenebilirliğini artırabilmek için bilhassa gençlere ulaşmasını sağlayabilmek için çizim gibi, hareketli gazete görüntüleri gibi teknikler kullandık. Paramız olsaydı animasyon çok isterdim ama… Kreatif bir iş yapmaya çalışmamızın sebebi yarıştırmak değil izletebilmekti. Festivallere de izletebilmek için, her siyasi görüşten insana ulaşabilmek için başvuruyoruz.
Ankara kişisel hikayenizin neresinde? Ne zaman ve ne vesileyle geldiniz? Hacettepe Eczacılık’tan DTCF Tiyatro bölümüne ve günümüze, kendinizden biraz bahseder misiniz?
Dediğim gibi kendimden bahsetmeyi çok sevmiyorum. Sivas doğumluyum, Ankara’ya 1989 yılında lise eğitimim için geldim. Benim gönlümde hep sahne sanatları vardı ancak Sivas’taki aileme borcumu ödemem gerekiyordu, düşünsenize Bayramların kızı Ankara’ya okumaya gitmiş, artiz olmuş diyeceklerdi, ailem üzülecekti. Bunu dedirtmemek için eczacı oldum. Ancak politik tiyatroya ilgim üniversitenin ilk yıllarında Ankara Sanat Tiyatrosu’na girişimle büyüdü. Sanatın değiştirici ve dönüştürücü yönüne inananlardanım. 68 hikayesini anlatmak hep içimde duran bir tutkuydu. Eczacılık yaparken DTCF Tiyatro bölümüne girdim. Bir süre gizli gizli gittim okula, saatlik izinler, öğlen araları, mesai öncesi ya da sonralarına denk gelen dersler… Hocalarım da anlayış gösteriyorlardı. Sonra işyerine bilgi verdim, resmi izin aldım. Bu arada oğlum doğdu. İkinci üniversiteyi böylece bitirdim ama yaklaşık 10 yıl sürdü.
Sibel Tekin, Aslı Esma Karaca, Gürcan Öztürk, Sena Şat
1947’liler ve 1968’liler ile devam edelim. 47’lileri 68’liler yapan neydi sorusu belgeselin temel dertlerinden biri. Bu sorunun sizdeki ve ekipteki yanıtı nasıl şekillendi film yapım süreci boyunca?
Kolektivizm. Aslında tam özeti bu. 68 tam bir kolektif isyan. Biz de filmi yaparken biçim ve içerik uyumlu çalıştık: Yani birbirleri için, halkları için ölebilen bir kuşağın hikayesini kolektif emekle anlattık; biz tabi ölemeyiz, orası ayrı????
Devrim stadyumu çekimlerini yaparken stadyumda bir çalışma varmış, kapıları kilitliydi. Kameramanımıza dışarından çekim yapalım dedim ancak canım Gürcan Öztürk, 68’li delikanlılar dahil hepimizi demir kapıların üzerinden atlattı. Ortaya iyi bir iş çıkmasını istiyorduk çünkü, hep birlikte bu amaç için çalıştık.
Çizimlerimizi yapan Sena Şat’a en azından kullandığı malzeme için para ödemek istedim, ancak kabul etmedi. Cahit Berkay’a, o güzelim üstada nasıl soracağımı bilmiyordum, biraz kem kümle ima etmeye çalıştım ama o bana böyle bir işin karşılığı olamaz, bunu teklif dahi etmek yakışık almaz dedi. Set fotoğraflarını Erol Üçem çekti, afişi Gökçen Taner tasarladı, post prodüksiyonda Yusuf Şen kaşesinin çok altında bizim için çalıştı ve tabii yapımcımız Dr. Cihan Karaca, her sıkıştığımızda yanımızdaydı.
Tarih 6 Mayıs 2022, yer Ankara Çağdaş Sanatlar Merkezi, Beyaz Motosiklet’in ilk gösterimi yapıldı ve tarih tesadüfen seçilmemişti, değil mi?
Elbette bilinçli seçtik. Pandemi araya girdiğinden filmin yapım süreci uzadı ve bitirdiğimizde idamların 50. yılıydı. 6 Mayıs’ta Ankara’da büyük bir gösterim için Çankaya Belediyesi’ni, ODTÜ Mezunlar Derneği’ni ve Mülkiyeliler Birliği’ni seferber ettik. Sağ olsunlar yine kolektif bir çalışmayla film izleyiciye ulaştı, hatta salon taştı ve izleyemeyip geri dönmek zorunda kalanlar oldu.
5 Mart 1971’e geri dönelim. Filmde Tayfur Cinemre’nin mezuniyet günü yeni dönem ODTÜ’lülerle karşılaşmasına tanık oluyoruz. Cinemre 5 Mart ODTÜ yurt baskınını bilmiyor olmalarına şaşırıyor. Beyaz Motosiklet gibi belgesellerin farklı kuşakları ve hikayeleri birbirine bağlama işlevine dair neler söylemek istersiniz?
Aslında “belleksizleşme” günümüzün temel dertlerinden biri. Bu bilinçli olarak üretiliyor diye düşünüyorum. Tarihine ve değerlerine sahip çıkmama. Tarihini yok sayma. Ya da tarihselleştirmeye kadar gitmeye de lüzum yok, 14 Ekim’de Amasra’da maden faciası yaşandı. Kaç işçi öldü, kaçımız anımsıyoruz? 10 Ekim 2015’te Ankara’nın orta yerinde 104 kişi katledildi, kaçımız biliyoruz… Hocalarımdan birinin kitabının girişinde şöyle bir şey anımsıyorum: “Unutmayacağız”, “Unutturmayacağız”, “Unutursak Kalbimiz Kurusun” gibi sloganlar aslında unutmaya yazgılı toplumun bir işareti mi? Gerçekten de başka bir ülkede toplumsal olaylarda böyle sloganlar atılıyor mu acaba? “Don’t Forget!” diye bir slogan var mı?
Ekim 2022 itibarıyla Özgür Radyo’da Z Kuşağı Duymasın’ı hazırlayıp sunan 4 kişiden birisiniz. Neydi sizi bu yapım içinde yer almaya götüren şey?
Sevgili dostum Ali Murat İrat, böyle bir teklifle geldi. Çok eğlenceli bir program yapıyoruz. Biz çok eğleniyoruz, hem de öğreniyoruz. Kendi sohbetimizi dinleyenlerle paylaşmak fikri hoşuma gitti, ancak henüz emekleme aşamasındayız tabi… Yürümeye başlayınca daha keyifli olacak diye düşünüyorum.
Rotayı ve durakları biz belirledik ama yan yollara sapmak serbest. Sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Evet burada da 68 kuşağından sevgili Ertan Günçiner’in kulaklarını çınlatmalıyım. Bir Likya yolu yürüyüşünde fırsat yaratıp ziyaretine gitmiştim. O yürüyüşte 68 model beyaz Jawa bulma telaşındaydım. Tüm Türkiye’de arıyorduk. Jawalar en çok Antalya tarafında bulunuyor. Sevgili Altuğ Akarpa Antalya’dan bulduğu Jawa’yı ODTÜ’ye kadar getirdi. Altuğ da Antalya’da yaşıyor. Bir motosiklet tutkunu. Onunla birlikte gittik Ertan Günçiner’e. Beni dinlemiş, yapmaya çalıştıklarımla ilgilenmişti. Sonra bana attığı bir mailde filmin yapım sürecinde bir motosiklet sürücüsü gibi davrandığımı söylemişti. Planlı, programlı, düzenli bir yol, belirli bir rota üzerinden ilerlemek yerine tıpkı bir motosiklet sürücüsü gibi yan yollara sapıyorsun demişti. Filmi bitirmeni dilerim ancak bitiremezsen de üzülme çünkü yolda öğrendiklerin çok kıymetli diyerek bitirmişti. Aynen de öyle oldu. Yolda çok şey öğrendim. Zaten ortaya çıkan iki kitap da bu girdiğim yan yolların eseri.
Çok teşekkür ederiz.
Beyaz atlı şimdi geçti buradan
Süvarisi can evinden vurulmuş
Çıksın gayri dağlar taşlar aradan
Beyaz atın süvarisi yorulmuş
Dağ başları bu hasretten eridi
Yollarını kara duman bürüdü
Hak yoluna beyaz atlı yürüdü
Beyaz atlı şimdi geçti buradan