Ayakkabının her türlüsünü ve her türlü dansın ayakkabısını yapabilen İsmail Aydoğdu, Devlet Opera ve Balesi’nde yıllar boyu pointçi yani bale ayakkabısı ustası olarak çalışmış. Emekli olduktan sonra Hacıbayram’daki atölyesine geri dönen Usta’yla tanışmaya gidiyoruz. Avizecilerin hemen yanında içi eskisi gibi bırakılarak dış cephesi yenilenmiş atölyeye çıkıyoruz. Atölyenin içi ve dışı arasındaki fark eşikten geçtiğimiz anda gözümüze çarpıyor. Tüm iç mekânda ayakkabı ve malzemeleri istiflenmiş. Zamanla yığılarak karmaşıklığı artmış üretken bir dağınıklığın içinde gibiyiz. İsmail Usta derileri ayırıyor.
Dans ayakkabısı içinse tüm ayakkabıların arasında bambaşka bir işçilik ve emek harcanıyor. Dans ayakkabısının, öncelikle dans eden bedene ve gündelik hayatın dışındaki hareketlere olanak tanıması gerekiyor; sağlam ve aynı zamanda esnek olmalı. Her dansçının kendisine özel üretilmeli çünkü ayağı tam olarak kavramalı. Bu yüzden hâlâ dans ayakkabısı satın almak yerine yaptırmak tercih ediliyor.
İsmail Usta artık çok azı kalmış ayakkabı ustalarından. Ayakkabı ustalığı, ayakkabı üretimi seri üretime dönüşmeden önce nev-i şahsına münhasır bir ustalık alanıymış. Öyle ki kadın, erkek, çocuk ve bebek ayakkabılarının her birinin farklı bir ismi ve belli ki ustalıklarının da farklı incelikleri var. Dans ayakkabısı içinse tüm ayakkabıların arasında bambaşka bir işçilik ve emek harcanıyor. Dans ayakkabısının, öncelikle dans eden bedene ve gündelik hayatın dışındaki hareketlere olanak tanıması gerekiyor; sağlam ve aynı zamanda esnek olmalı. Her dansçının kendisine özel üretilmeli çünkü ayağı tam olarak kavramalı. Bu yüzden hâlâ dans ayakkabısı satın almak yerine yaptırmak tercih ediliyor. İsmail Usta bu alanın emektarlarından biri olarak Ankara’daki üniversitelerin dans topluluklarına, dans bölümlerine ve bağımsız dans kurumlarına dans ayakkabısı yapıyor. Atölyesine toplu ve özel siparişler geliyor. Toplu siparişlerde bile ayakların kalıplarını çıkarıyor. Bazen topluluklara teslimatı bizzat kendisi yapıyor, provalara ve sahne arkasının heyecanına ve telaşına şahitlik ediyor.
İsmail Usta derileri ayırmaya devam ederken atölyeyi izliyoruz. Devlet Opera ve Balesi ile farklı üniversitelerin dans topluluklarına ve bölümlerine ait gösteri afişlerini inceliyoruz. İsmail Usta işine ara vererek bizi yan odaya alıyor. Usta’ya soru sormak istiyoruz fakat o bize sorular sormaya başlıyor:
– Nerelisiniz?
– Evli misin? Peki ya sen?
– Çocuk var mı çocuk?
Her sorunun arkasından yeni bir konu açılıyor. Biz sorulara yanıtlar verirken uzunca bir sohbetin içinde buluyoruz kendimizi. Birimizin ayak numarasından, diğerinin arkadaşının geçmişte İsmail Usta’ya verdiği siparişe birbirini takip etmeyen konulara atlıyoruz. Tam hazırladığımız soruları soracakken içeri bir başka emekçi giriyor. Sonra da bir ziyaretçi…
Sorularımızı unutuyoruz.
– Çay içer misiniz, kahve? Bir çayımızı içersiniz, değil mi? İçersiniz, içersiniz. Usta, bize üç-dört çay!
Fotoğraf: Fahri Aksırt
İsmail Usta için kendi kişisel tarihi insanlar, insanların biyografileri ve ziyaret anıları etrafında örülü. Kendisine dair az ve öz, insanlara dair detaylı ve heyecanlı şeyler anlatıyor.
Bu sohbette tanıdığımız dansçıların ya da hiç tanımadığımız insanların isimleri sık sık anılıyor. İsmail Usta için kendi kişisel tarihi insanlar, insanların biyografileri ve ziyaret anıları etrafında örülü. Kendisine dair az ve öz, insanlara dair detaylı ve heyecanlı şeyler anlatıyor. Devlet Opera ve Balesi’ne 1991’de yüz kişiden fazlasının girdiği bir sınavı iki kişi geçerek girdiklerini ve 2009’da emekli olana kadar burada çok yoğun emek vererek ve mutlulukla çalıştığını söylüyor.
– Ben Opera’ya girdiğimde genel müdürümüz Rengim Gökmen’di. Bilirsiniz, o da yeni emekli oldu daha. Biz atölyede yedi-sekiz kişiydik. Kalabalıktık. Her oyunun kendi kostümleri ve ayakkabıları var. “Fındıkkıran” mesela… Her oyunun ve herkesin ayakkabısı birbirinden farklı. Operadakiler saygılılar, düzenliler, iyi insanlar. Hiç ben bir tane kötüsünü görmedim!
İsmail Usta’nın danstaki point hareketini eliyle koluyla ve canla başla göstermesi, afişleri ve anıları bu derece heyecanla biriktirip özenle saklaması bizi de heyecanlandırıyor.
Hâlâ sık sık ziyaretine gittiği Devlet Opera ve Balesi’ne dair İsmail Usta’nın en hakiki anısı bale ayakkabısının yani point’in kendisi. Bir pointin iyi yapılması ve dansçının ayakkabısını sevmesi dans performansı için çok önemli. Bir başka odaya geçiyoruz. Usta, çok eski zamanlardan kalma bir aynalı dolabın tam kapanmamış çekmecesini açıyor. İçinden onlarca açık pembe renkli point çıkıyor. Birini alıp eğip büküp inceliyoruz. Açık çekmecenin içine bakarak dans eden onlarca dansçıyı hayal etmek mümkün. İsmail Usta diğer dans ayakkabılarında da parmak ucu bölümünün çok mühim olduğunu, çünkü point hareketinin diğer danslarda da yapıldığını anlatıyor. Az sonra sırtımızı dayadığımız duvara gözümüz ilişiyor ve duvarda “Fındıkkıran”ın afişini üzerinde asılı duran İsmo Dance Shoes -İsmo Dans Ayakkabıları- yazılı küçük posteri farkediyoruz. Afişin ayakkabılarını yaptığı Devlet Opera ve Bale sanatçılarının espirili bir hediyesi olduğunu ve Usta’nın onu yıllardır “Fındıkkıran” afişiyle birlikte sakladığını öğreniyoruz. İsmail Usta’nın danstaki point hareketini eliyle koluyla ve canla başla göstermesi, afişleri ve anıları bu derece heyecanla biriktirip özenle saklaması bizi de heyecanlandırıyor. Hem dansın emekçisi ve ayrılmaz bir parçası hem de sahnenin ve arkasının izleyicisi olarak acaba kendisi hiç dans etmiş mi diye merak ediyoruz.
– Peki İsmail Usta …
– Bizde usta denmez, kalfa denir. Usta işi verene denir.
– Bizim dilimiz öyle alışık, biz usta diyelim mi?
– Diyin…
– Hiç dans ettin mi?
– Bir keresinde bir hoca vardı. Dansçılardan biri rahatsız olmuş, gelememiş. Ben de ayakkabı teslimatına gitmiştim. Ustacım, dedi, benimle dans eder misin? Ben de çekindim, ‘Aman hocam edemem’ dedim. Bir bayan hiç reddedilir mi! Hayattaki bir pişmanlığımdır o.
Dans etmemiş olmasını değil de bir dansçı kadını kırmış olmasını anlatıyor İsmail Usta, samimi bir anısını paylaşarak. İçerideki bir ziyaretçi aynı zamanda Hacıbayram’da bir inşaat işçisi “Hepimizin dansı ayrı” diyor sonra. Ayakkabı yapmanın, elleriyle kollarıyla yapmanın bedenselliği dansçılarla İsmail Usta’yı bu kadar yakınlaştırdı belki de.
İsmail Usta burada kiracı olduğunu, daha yenilenme başlamadan atölyeyi satın alma şansı olduğunu ama parası tam da çıkışmadığı için alamadığını ve yenilenmeden sonra mülk bedellerinin çok fazla arttığını, atölyeden çıkmak zorunda kalabileceğini anlatıyor.
İsmail Usta’nın mesleğin ilk yıllarında çalıştığı ve sonraki on sekiz yıl boyunca devlet pointiçisiyken hiç bırakmadığı bu atölyeye gelen giden eksik olmuyor. Kentsel ‘yenilenmenin’ atölyeyi nasıl etkilediğini anlamak istiyoruz. İsmail Usta burada kiracı olduğunu, daha yenilenme başlamadan atölyeyi satın alma şansı olduğunu ama parası tam da çıkışmadığı için alamadığını ve yenilenmeden sonra mülk bedellerinin çok fazla arttığını, atölyeden çıkmak zorunda kalabileceğini anlatıyor. Her olumsuz cümlenin peşine “Bana fark etmez, benim işim özgür; ben evde yaparım, internetten satarım” diye ekliyor. Konunun dans ayakkabısı yapmak olduğu sohbetimiz, satmak, satın almak, geçim sağlamak gibi meselelere bir anda evriliyor. Üretimin yeni biçimlerinden biri olan internetten satış ile İsmail Usta’nın en azından geçim derdine düşmeyeceğini anlıyoruz. Peki ya buranın bir atölye olmasını sağlayan gelen gidenler, sohbetler ve bitmeyen çaylara ne olacak?
Fotoğraf: Fahri Aksırt
Ayakkabısını yaptığı herkesin hikâyesini biriktirmiş; bu insanların ayakkabılarına deri, dikiş, özel işçilikler dışında bol bol çay ve sohbet katılmış. İsmail Usta’nın bu sohbeti ve ilişkilenmeleri yitirecek olması belki tam da tartışageldiğimiz kentin bedenselliğini yitirmesidir diye düşünüyoruz.
Kurumların ve kentlerin tarihini daha az bilinir, daha az görünür olan emek tarihinden ayırmak pek mümkün değil. İsmail Usta, yalnızca Opera’da geçen on sekiz yıldaki değil ondan önce ve sonrasında da atölyesinde geçen zaman kesitinden insanları bolca anlatıyor. Dansçılar ve hatta dansçıların aileleri bile bu hikâyelerin parçası. Sözgelimi, torununa dans ayakkabısı yaptıran bir büyükbaba Usta’yı düğününe davet ediyor ve Usta Ankara Palas’a bu sayede ilk kez gidiyor. Ayakkabısını yaptığı herkesin hikâyesini biriktirmiş; bu insanların ayakkabılarına deri, dikiş, özel işçilikler dışında bol bol çay ve sohbet katılmış. İsmail Usta’nın bu sohbeti ve ilişkilenmeleri yitirecek olması belki tam da tartışageldiğimiz kentin bedenselliğini yitirmesidir diye düşünüyoruz.
Ayaktayız ve gitmeye hazırlanıyoruz. İsmail Usta çekmeceden siyah beyaz bir deste fotoğraf çıkarıyor, fotoğraflardaki insanlardan da söz ediyor. Ankara’dan önce İstanbul’da mesleği öğrendiği atölyeden ve hatta askerlik zamanlarından fotoğrafları gösteriyor. Biz sorularımızı ve mülakat yaptığımızı unutmuş olduğumuzu sonra farkediyoruz. Artık atölyenin yabancı misafirleri değiliz, arada ziyaret edecek olan yakınlarıyız. Sanıyoruz ki atölye tarihinin bir parçası olduk. Elimizde fotoğraf makinesi içindeki fotoğraflar ve mülakat formatında gerçekleşmeyen bir ses kaydı… İki saat daha kalsak hissetmezdik dediğimiz atölyeden çıkıyoruz. Bir ucundan yıkılmaya başlanan Anafartalar Çarşısı’na selam verip Ulus’tan ayrılılıyoruz.