sanat


Fotoğraf: Can Mengilibörü

1988’de bu şehre gelmemin öncesinde, şehre ilişkin bildiğim Kavaklıdere ve Pembe Köşk idi. Bir Eylül sabahı ilk gelişimde de –şehrin büyüklüğüne adapte olamamış birisi olarak- AŞOT Maltepe/Kızılay hattında bir ileri bir geri hareket edip, kayıt olacağım fakülteyi ararken bilmeksizin Necatibey Caddesi’ne keşif için inmiş ve “aaaa Pembe Köşk Sitesi” diyerek Saraçoğlu Mahallesi’ni görmüştüm. İmgelerin, sanat eserlerinin, yapıların yerle kurduğumuz aidiyet ilişkisine dair bu anekdotla girişi yapmış olalım.
 

Ankara Kalesi, Roma Hamamı, Alt Kat Çarşıları, Güvenpark, Bahçelievler, Saraçoğlu Mahallesi, Seğmenler-Botanik Parkı, Ulus Heykeli, Hacıbayram Camii, Atatürk Bulvarı, Resim-Heykel Müzesi, Hamamönü, Ulus Hali, Opera Binası… Ankara’nın saymakla bitmeyecek bellek noktaları içinde, temas edilen ve izi kalan 3 yer: Ulus Heykel, Kızılay (Güvenpark) ve Kuğulu Park. İşte bu 3 bellek noktasının ucunda bir heykel: “Su Perilerinin Dansı.” Kuğulu Park’a gelip de yüzünüzü Cinnah Caddesi’ne çevirdiğinizde göreceğiniz bir masal noktası. Katlı kavşak yapıldıktan ve suyu kesildikten sonra o köşede sessizce duruyor.
 

Balerinlerin yeniden dans etmesi, suyun ışıltısıyla buluşmaları ve kuşların uğrağı olması adına #vanayıaçın diyoruz ve sözü önce heykelin yaratıcısı Metin Yurdanur’a, sonra görüşlerini aldığımız semtli ve kentten insanlara bırakıyoruz.


Metin Yurdanur arşivi

“Su Perilerinin Dansı” nın yapım ve yerine konma hikayesini aktarır mısınız?

Doğan Taşdelen Çankaya Belediye Başkanı’yken, belediyenin önerisi ile hayata geçti. 1990 yılında ilk olarak Yüksel Caddesi’ndeki İnsan Hakları Heykeli’ni yaptım Çankaya Belediyesi’ne, 10 Aralık’ta açılışı yapıldı. 1991 yılı Aralık ayında, yüz bin maden işçisi ve aileleri birlikte sendikal hakları için yürüyüşe geçtiklerinde Ankara’ya sokulmadılar. Çankaya Belediyesi, “Biz sembolik olarak madencileri Ankara’ya getireceğiz,” dedi ve Olgunlar Sokak’ta camlara kazma sallayan madenci heykelini yaptık.

Cinnah Caddesi’nin girişinde, girerken sol tarafında bir polis noktası vardı 80 darbesinden sonra, 10-11 yıl kadar. Belediye yetkililerinin çabası ile polis noktası –orada böyle bekliyorlardı silahlı külahlı- kaldırılarak, Su Perilerinin Dansı / Balerinler heykeli kondu.

Yapım süreci şöyle: Önce belediye yetkililerine bir teklif götürüldü, onaylandı. Sonra küçük bir maketini yaptım ve hayata geçti. Durağan bir heykel değildi, hareketliydi. Su fıskiyelerini 30 yıl öncesinin teknolojisi ile hayata geçirdik. 12-13 yıl kadar sürdü ömrü. Ta ki Melih Gökçek Belediyesi, Kuğulu Kavşağı’nı alt-üst edip, yok edinceye kadar. Ulus’tan Cinnah Caddesi girişine kadar ki Atatürk Bulvarı, Ankara’nın önemli çekim merkezi o süreçte çok hırpalandı (1994 Mart – 2017 Ekim arası). Aslında burada —heykelin yok edilmesi bir semboldür— esas yok edilen Cumhuriyet’in, 1923 devriminin kazanımlarıdır.


Metin Yurdanur arşivi

1969’da Ankara’ya üniversiteye Gazi Eğitim Enstitüsü’ne geldim, 50 yıl olmuş. Ankara Ankara gibiydi, şimdi Ankara diye bir şey yok, garip, ucube bir kente döndü. Niyet meselesi tabii bu; mimarisiyle, fıskiyeleriyle, yollarıyla, Çin’den getirilen çöp telakki edilebilecek oyuncaklarıyla… AnkaPark denilen yüzkarası, ülkenin milyonlarca dolarının boşa gittiği hurdalıkla. Bu durum, kente böyle yaklaşımlar; sanatçı olarak bizleri üzer, tedirgin eder ve kızdırır tabii ki.

Ulus Heykel’den Köşk’e kadar çıkan çok önemli bir tarih aksımız var, Atatürk Bulvarı. Bu akstaki diğer heykelleriniz ve kamusal alandaki heykellerin kent yaşamına etkisi üzerine neler dersiniz?

Ulus’taki Krippel’in yaptığı Zafer Anıtı’ndan, Cinnah Caddesi girişindeki Su Perilerinin Dansı heykeline kadar ki eserlerimi sayarsam;
– Radyoevi’nin karşısında Cumhuriyet Parkı’nda; Mustafa Sarısözen anıt heykeli,
– Yürüyoruz oradan… sol tarafta Kültür Bakanlığı’nın duvarında büyük, 30 metre uzunluğunda bir Türkiyemiz heykeli,

“2010 yılında yaptım, rölyefin tabanına 20 cm yüksekliğinde çalılar diktiler. Şu anda çalılar büyüdü ve rölyefin yarısını kapatmış durumda. #vanayıaçın gibi, #çalılarıkesin isminde bir kampanya da başlatmalı.”

– Devam ediyorum… Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin bahçesinde bir Atatürk Anıtı,
– Onun tam karşısında, Adliye Sarayı’nın bahçesinde, bronz döküm, 1995 yılında yaptığım, Atatürk ve Hukuk anıtı,
– Abdi İpekçi Parkı’na gelince Eller heykeli,

“Eller heykeli Ankara’nın ‘ilk sivil heykeli’ sayılıyor, uzman kişilerin deyimiyle. Evet Hitit Güneş Kursu var öncesinde, rahmetli Dalokay’ın yaptırdığı. O ilk sivil heykel değil, Anadolu Medeniyetler Müzesi’ndeki Hitit Güneş Kursu’muzun imitasyonu, büyütülmüş hali. ‘Eller’ heykeli ise, tümüyle yeni bir üretim, sanat eseri, yaratımdır. Ankara’da o zamana kadar meydanlarda, kamusal alanda bir sivil heykelden söz edemeyiz. Sivilden kasıt, resmi olmayan heykeldir. Atatürk, Kurtuluş Savaşı Gazileri, devletin bizzat yaptırdığı sanat eserlerinden söz etmiyorum. Ki onların çoğunu da zaten, heykeltraşımız yetişmediği/olmadığı için 1920-30-40’lı yıllarda yabancı sanatçılar yapmıştır.“

– Yürüyerek devam ediyoruz… İnsan Hakları Heykeli’ne ulaşıyoruz Yüksel Caddesi’nde,
– Onun devamında… Olgunlar Sokak’ta, Madenci Heykelimiz var, 1991’de madenciler anısına yaptığımız bir anıt.

“O da büyük bir yara; camları kırık durumda, bakımsız. Sözlü olarak uyarmamıza karşın belediye yetkililerini; ne camlar yeniden yapıldı (iki kez kırıldı camlar, ben yeniden yaptım), ne çevresi temizlendi. 30 yıl önceki rahmetli Doğan Taşdelen belediyeciliğini arıyoruz.”

Kendi içerisinde kendisini tanıtan/tanımlayan ve insanlarla ilişki kuran birer semboldür hepsi. Eller heykeli yapıldığında 1 yaşında olan çocuk şimdi 40 yaşına geldi. Tam bir ilişkisi vardır kentliyle, fotoğraf çekilmiştir, üzerine tırmanılmıştır… Eller heykelinin bulunduğu Abdi İpekçi Parkı’nda tüm sivil toplum örgütleri, solcusu, sağcısı kendisini ifade etme hakkına sahipti. Yaklaşık 10 yıl önce o alan toplantı ve gösteriye yasaklandı. İnsan Hakları Heykeli’nde insanlar kendisini ifade ediyordu, orası da 3-4 yıl önce yasaklandı. Toplumun sürekli gırtlağı sıkılmakta ve ağzına bant çekilmektedir.


Fotoğraf: Tanju Gündüzalp

Çalışma(ları)nızın yerle ilişkisi ve zaman içindeki gelişmeler, bozulmalar ışığında değişim için neler dersiniz? (Kuğulu kavşağı, yaya azalışı, eski ulaşım düzeni, heykelin mekaniğinin çalışmayışı, …)

İnsanların akşamları çocuklarıyla yürüyüşe çıktığı, gençlerin/sevgililerin el ele gezindiği o olağanüstü Atatürk Bulvarımız alt-üst geçit, bat-çık kavşaklar yapılarak yok edildi. Herkes AVM’lere tıkıldı, oralar da (yaşadığımız virüste ortada) mikrop yuvası oldu.


Metin Yurdanur arşivi

Terk edilmişliği, yalnız bırakılmışlığı, ötelenmişliği, itilip-kakılmışlığı, boynu büküklüğü, kadük bırakılmışlığı, gözden düşürülmüşlüğü, karanlığı gözlemliyorum heykelimizi her gördüğümde, güzel yılları özlüyoruz. “Kültürde sanatta geri kalmışız” diyorlar. Tabii ki kalırsınız, kültür sanatla bir ilginiz olmalı, sanattır bu. Gençliğimizi bilimde de, kültür-sanatta da geri bıraktınız.

Sosyolojiden, toplumsal gelişmeden ayrı düşünülemez sanat eseri. Onunla iç içedir. Çünkü her bir sanat eseri birer semboldür. Siz belediye olarak istediğiniz kadar yapı yapın, yalnızca semboller kalır. Vedat Dalokay’dan geriye sadece Hitit Heykeli, efsane belediye başkanı Ali Dinçer’den geriye Eller Heykeli kaldı. İnsan Hakları Heykeli eşittir Doğan Taşdelen’dir.

Geldiğimiz noktada heykelin su sisteminin çalışmıyor oluşu, belediye başkanının ilgisi/ilgisizliği ve söyledikleri üzerine düşünceleriniz?

Boyuna bir şeyler oluyor; basın yazıyor, sosyal medya kaynıyor. Boyuna bağırıyor @ankaraapartmanlari ve siz arkadaşlar; “vanayı açın da balerinler dans etsin, sular kıvrıla kıvrıla eşlik etsin onlara,” diye. 30 yıl öncesinin teknolojisiyle Metin Yurdanur, sanatçı olarak bu heykeli başardı. 30 yıl sonra belediye artık 2021 olanaklarıyla bu su vanasını açmalı. Teknoloji 30 yıl önce daha mı ilerdeydi yani..! Rahmetli Erdal İnönü açılışını yapmıştı ve “önce bu heykeli yapan sanatçıya/heykeltraşa teşekkür ederiz” dedi.

Sanatçıya, “Metin Bey, bizim bir sorunumuz var. Orada bir heykel yapmışsınız 30 yıl önce. Ne olacak bu, çalışmıyor. Gelin bakalım bir çaresine,” teklifinde bulunursun. Bekliyorum. Zaten bir tadilat yapılacaksa iznimle yapılması gerekiyor telif hakları yasasına göre.

Bu kısa sohbetimiz için çok teşekkürler. Biz de vanaların açılmasını bekliyoruz. Su Perilerinin Dansı ile ilgili farklı insanların, semtlilerin ve Ankaralıların da görüşlerini aldık.

Küskün Balerin

Sulhiye Gültekingil

1990’larda çok yorucu ve çok gergin bir ortamda çalışıyordum. Günler, çözüm bekleyen onlarca problem ve sakinleştirilmesi gereken kızgın müşterilerle geçip gitmekteyken penceremin baktığı meydanda bir hareketlenme başladı. Belediye işçileri beş yol ağzının Cinnah – Atatürk Bulvarı köşesinde çalışmaya başladılar. Yorucu ve sıkıcı hayatıma renk geldi.

Önce merakla seyrettim, ne yapıldığını çözmeye çalıştım. Gördüğüm şeyden pek de memnun kalmadım çünkü saçma büyüklükte bir havuz yapılmıştı. Sonra balerinler geldi havuzun ortasına yerleştirildi. İşte o zaman sıkıcı hayatıma bir güzellik geldi. Sonra balerinlerin üzerinden kıvrıla kıvrıla sular akmaya başladı. Sanki su değil de balerinler kıvrılarak dans ediyor gibiydi. Sonra kuşlar geldi. Artık her öğle şirketten çıkıp balerinlerimi ziyaret ediyordum. Suyun, kuşların sesini dinleyip sıçrayan sularla serinliyordum.

Sonra balerinleri benden de çok seven bir teyze ortaya çıktı. Perişan giysileriyle gelip haftalık banyosunu balerinlerin altında yapmaya başladı. Yıkanırken kahkahalar atıp şarkılar söylerdi. Önce havuzun kenarına oturur sonra yana devrilerek kendini suya düşürürdü. Sonra da suya düşen bir çocuğun kahkahalarını, çığlıklarını atardı. Neşeli banyo sona erince giysilerini yıkar ve havuzdan çıkardı.

Kışın balerinlerim kar altında daha da güzelleşirlerdi, ama kuşlar ve banyocu teyzem olmayınca neşeleri eksik kalırdı. Havalar ısınmaya başlayınca kadro yeniden toplanırdı. Benim de keyfim yerine gelirdi. Sonra belediye seçimleri yapıldı. Cinnah Caddesi’nden yeni belediyenin destek konvoyları etrafa yumruk sallayarak geçit yaptılar. Benim balerinlerime de yumruklarını salladılar. Sonra balerinlerimin suyu kesildi. Perişan teyzemin banyoları, kahkahası, şarkıları sona erdi. Kuşlar da gelmez oldu. Köşenin neşesi soldu.

Ankara’da dans etmek, dansı düşünmek mümkün mü?
Acaba nasıl yapmış bu heykeli Metin Yurdanur?

Aslı Alpar

“Eller havaya, eller güzel” diye seslenir bale hocaları, “Göğüs dışarı, çene yukarı”… Uzun parmaklı zarif elleriyle hareketi devam ettiriyor periler. Az sonra başka bir pozisyona geçecekler. Çünkü dans bir akıştır. Geceleri ışıklandırma ve suyla bu akış çok daha belirgin.  İç içe geçen bacakların kompozisyonu ve üstte yer alan kavislerde sanki ritmi de görüyoruz. Perilerin güzelliği sadece bu zarafet ve hareket yeteneğiyle sınırlı değil. Bedenlerindeki dirilikte dansın sayısız tekrardan oluşan disiplinini de hissediyoruz. Bu bana Cumhuriyetin genç yıllarındaki çalışma azmini, hatta perilerin mini etekleri de o yıllardaki 19 Mayısların fotoğraflarını anımsatıyor.

Atatürk Bulvarı, Cinnah ve Kuğulu Park’ın buluştuğu kavşak böyle değildi. Bulvar yürüyen insanlarla, ışıklı tabelalarıyla Kuğulu’ya kadar canlı olurdu. Kuğulu Park’ın köşeden geçer perileri zevkle izler durağa giderdim. Kalbim kent merkezinde kalırdı eve dönerken… Ama perilerin dansı devam ederdi, bana gençliğin, kitapçıların, sanatçıların, farklı hayatların, olasılıkların, müziğin, gösterilerin, balenin, modern dansın oralarda olduğunu anlatan eşsiz bir totem gibi.

Aslında belki de öyleydi; Ankara’da çok sesli müziğe gerçek bir katkı sağlayan Sevda-Cenap And Vakfı ve pek çok titri yanında bale, dans ve tiyatro eleştirmeni olan Metin And’ın evi hemen yanı başındaydı. Biraz ötedeyse Cumhuriyet’in ilk operalarına, caz konserlerine ev sahipliği yapan Tatbikat Sahnesi… Ve yukarıdaki sorulardan ilkine yanıt vermek gerekirse evet, Ankara’da dans etmek, dansı düşünmek mümkündü. Hep gri olmakla suçlanan Ankara, renkli ve üretken insanlar yetiştirdi hep. Devlet Opera ve Balesi’nin sayısız yetenekli dansçısı buradaydı. Hatta Modern Dans Topluluğu (MDT) da Ankara’nın bu eşsiz perilerle tanıştığı yıl olan 1992’de kurulmuştu.

2000’e çok az kalmıştı, “milenyum milenyum” diye bir şey köpürtülüp duruyordu ama Türkiye’nin önü de açıktı gerçekten. Atmosfer böyle basınçlı değildi. Ben çok gençtim gerçi ama seksenlerin ve doksanların ağırlığını bilenler dahi o bahar kokusunu kabul edecektir. O yıllarda adını bilmiyordum, bir heykeli bilmek, tanımak öğretilmez ya bizde. Künyesi var mıydı, yerinde miydi? (Genellikle çalınır çünkü.) “Su Perilerinin Dansı” ya da halkın verdiği isimle “Balerinler” o coşkuda dans ediyordu benim için. 2000’lerin ortalarına geldiğimizde umutların yerini endişeler almaya başlamıştı bile… İşte o aralıkta bir yerlerde bulvar değişti, insansızlaştı. Sonra da heykel ortadan kayboldu.

Yukarıda kısa paragraflara sıkıştırmaya çalıştığım bir kısmı bireysel olan şeyler; daha akademik bir dille söylersek heykelin kamusal alanda yarattığı etki ile ilgilidir. Kamusal bir mekana yerleştirilen heykel artık, çevresiyle birlikte dönüşür. İzleyicilerinin zevk, bilgi düzeyleri ve duygu durumlarına göre anlam kazanır, bir bellek ve ortaklık yaratır. Kamusal mekandaki heykel sizin bilginizi ölçmek için değil sizinle iletişime geçmek, anlamını sizinle çoğaltmak için oradadır. Bilgi sadece aldığınız zevki arttırır. Sizinle bir mekanı ve zamanı paylaşır. Ona isim verebilir, önünde biriyle buluşabilirsiniz. Anılarınız bir parçası olur ve belki de benim gibi yokluğunda onu özlersiniz.

Su Perilerinin Dansı Devam Etsin

@ankaraapartmanlari

Su Perilerinin Dansı heykeli, Ulus Meydanı’ndan başlayıp Çankaya’ya uzanan aksta yer alan bir dizi heykelin en sonuncusu. Krippel ve Canonica’nın konuldukları kaide itibariyle yukarıdan bakan ve yukarıya baktıran anıt heykellerinden sonra Yurdanur’un Ankara’nın farklı yerlerine yayılmış heykelleri aslında anıtsal bir duruştan öte gündelik hayata estetik katan güzel dokunuşlar. Yurdanur’un kente bu dokunuşları dokunulmadan da kalamamış, örneğin Olgunlar Sokak’ın başındaki Madenci Heykeli’nin panoları sökülmüş (ya da kırıldıktan sonra yenilenmemiş), Su Perilerinin Dansı heykeli de Kuğulu Kavşak inşaatından sonra kaidenin kaldırımla olan bütünlüğü bozularak suyundan ve ışığından edilmiş, kavşağın getirdiği yeni yürüyüş doğrultularıyla gözden uzak hale gelmiş. Birçok kişi bu heykeli biz kampanya başlatınca hatırladı.

Çankaya Belediyesi yaptıracağı sözünü verdiyse de orijinal yerleşimine uygun bir restorasyon yapılması ve kaidenin bozulmaması için Yurdanur’un da bu sürece dahil edilmesi şart.

‘Su Perilerinin Dansı’ Ankaralı ve Bizden Biri

Lale Özgenel

Başarılı olarak görülen tüm kentsel yerler temelde üç özelliğe sahiptir: ekonomik, kültürel ve/veya sosyal boyut içermesi; binalar ve açık/kapalı mekanlar arasında bir ilişki tanımlaması; ve “yer” duygusundan, tarihsel ve kültürel bağlamdan kaynaklanan bir anlam yaratması. Öte yandan, bu unsurları taşıyan kentsel yerlerin tümü, yapılarla tanımlanan yerler değil.

Örneğin, kentsel “yer” oluşturan en güçlü ortamlardan birisi kamusal sanat. Kamusal sanatın toplumla etkileşime açık olması bu ortamı, halkı sanatla buluşturma veya kente estetik bir değer kazandırma amaçlarının ötesine geçirir; ait olduğu bağlamı bir “kentsel yer’e” dönüştürür. Kamusal sanat, içinde bulunduğu kentsel noktaya/alana yeni bir anlam ekler. Artık o da bir “kentli” olur; kentin dinamiklerine tanıklık eder, sosyal ve kültürel bir bağlam tanımlar, kentin belleğine ve kimliğine dair bir sözü olur.

 Cumhuriyetin kentsel mekanı ve aksı olarak gelişen Atatürk Bulvarı üzerindeki önemli bir kavşak noktasında yer alan “Su Perilerinin Dansı” heykeli de böyle bir kentli. Periler, geçen zaman içinde trafik ve araç yoğunluğu içinde kalarak neredeyse “yer” özelliğini yitirmiş tarihi aksın bu noktasına, tabir-i caizse, yeniden bir itibar atfediyor.

Kentte değişen pek çok şeye karşın periler, kentin tarihi ve yeni merkezlerini bağlayan Atatürk Bulvarı’nın Kuğulu Park’la buluşarak Kavaklıdere’ye aktığı, Cinnah Caddesi üzerinden Atakule’ye akış sağladığı ve Seğmenler Parkı yanından Çankaya’ya ulaştığı bu “yer’i” estetik bir jestle sahiplenen; bu “yer’e” ait çeşitli tarihsel ve bağlamsal anlamları ve değerleri zarif ama güçlü bir duruşla anımsatan bir Ankaralı olarak bizden biri.

Meydan Perileri, Miras Hakkı, Musallat Vesaire

Özgür Ceren Can

Meydan çeşmeleri 19. yy sonunda Osmanlılar için modern bir kamusallıkla İslami bir gündelik geleneği bir arada temsil eden geçitler niteliğindeydi. Kent kültürünü, sokak hayatının ıslahını ve yönetici iradenin paylaşımcılığını sembolize etmenin yanı sıra hayrat kültürü üzerinden köklerine bağlanıyordu bu çeşmeler. Mimari bir eser olarak tasarlandıklarında - ki Osmanlı sanatları bakımından zengin cephe bezemeleri ile göz kamaştıran örnekleri “Uluslararası Dünya Sergileri” nde boy göstermiştir- birer kamusal sanat eseri olarak anlamlarını daha da artırıyordu. Fakat putperestlik travmasının etkilerini bir türlü üzerinden atamayan heykel sanatı, meşruiyetini 1871 yılında Sultan Abdülaziz’in C.F.Fuller isimli sanatçıya atlı heykelini yaptırmasıyla kazanmıştır. Nitekim Sanayi-i Nefise Mektebi’nin heykel hocalığı gayri-müslim bir Osmanlı olan Oskan Yervant Efendi’ye nasip olmuştur. Ancak toplumun kamusal alanlarda heykellerle buluşabilmesi için Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının müdahalesi gerekecektir.

Cumhuriyet ile birlikte heykeller hatta anıtlar devri başlamıştır artık. Modernleşme sürecinin en keskin virajı olan Kemalist Modernleşme için, kendinden önce var olan kültürel ve toplumsal yapı ile bağlarını koparma eğiliminde olduğu sıklıkla ifade edilir. Ne mümkün? Unutmamalıyız ki yok olup gitmesinden hummalara düşülen kültürel mirasın, aynı zamanda toplumlara musallat olan bir yönü de bulunmaktadır. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti’nin millî kimliğini Batılı değerlere göre yeniden inşa etme sürecinde, meydan çeşmelerinin yerini alan heykel ya da heykel grupları yaygın olarak havuzlarla çevrelenmiştir. Hendek misali…

Heykelli havuzların temel problemi toplumda yarattığı ferahlığın görsel olması olmuştur. Anadolu kültürünün seyirlik su ile başı hoş değildir. “Meydanda su varsa, o yoldan geçen herkese aittir.” fikri nesiller arası bir sözleşmedir adeta.

Toplumumuzun su ve heykelle imtihanı çetrefilli olagelmiştir. Su Perilerinin Dansı heykeli bu çetrefile bir de kadın ve erkek ilişkileri, dans, kadının kamusal alanda temsili gibi tartışmalı, sürüncemeli, netameli ve Tanzimat’tan beri aşılamamış sorunsallar eklemlemiştir. Bununla birlikte kültür politikalarımız son derece yüzeysel ve devşirme olduğundan kamusal sanat eserinin kamusal mekana yerleştirilmesine ilişkin karar mekanizmaları demokratikleşememiş hatta gün geçtikçe bürokratikleşmiştir. Kamusal eserlerin üzerindeki manevi haklar konusu hukuk sistemimiz içinde gelişmemiş, esere maruz bırakılan/kalan kent sakininin hakları tanımlanmamıştır. Dolayısıyla yerel yönetimin kamusal eserlere koruma-onarım kriterleri uyarınca bakım yapması da kentsel bir sorumluluk/görev olarak tanımlanmamaktadır.

Tüm bunlar Metin Yurdanur’un Su Perilerinin Dansı adlı heykelinin elektrik ve su hatlarının tahribata uğratılmış olmasının ve sonrasında bu altyapının tadilatının yapılmamış olmasının mazereti midir?

Olmamalıdır; bununla birlikte kamusal sanat eserinin kompozisyon bütünlüğünü bozmak ve mekanla ilişkisini kesintiye uğratmak hem sanatçı hem de kent sakini açısından hak ihlali olarak değerlendirilmelidir. Aksi halde kentli olma halimiz geçmişin hayaletleriyle boğuşan perili köşk sakinlerinden pek faklı olamayacaktır.

Su Perileri Susuz

Alper Fidaner

Kuğulu’da katlı kavşak yapılana kadar Su Perilerinin Dansı’nın yeri stratejik öneme sahipti, her yöne gidiş ve dönüşler önünden geçiyordu. Hem Cinnah, hem Protokol yolu ile Çankaya, İran Caddesi bağlantısı ile Gaziosmanpaşa ve hatta sağdan Şili Meydanı üzerinden Aşağı ve Yukarı Ayrancı bağlantısının dağılma noktasıydı orası.

Kuğulu kavşağı hem araç hem de yaya trafiği bakımından çok hareketli bir yerdi… Katlı kavşağın yapımından sonra gözlerden ve dolayısıyla gönüllerden de uzak kaldı heykel. Ama unutulan sadece Su Perilerinin Dansı değil. Mesela Olgunlar Sokağın başındaki Madenci Heykeli önündeki cam panelini kaybetti. Yarısı yok artık heykelin.

Su Perilerinin Dansı yıllardır susuz, Kuğulu Park’ın havuzu tankerle dolduruluyor. Parklarla ilgili bir su sıkıntısı mı var yoksa? Belediye ilgileneceğini söylüyor ama hiçbir hareket yok.