Frankfurt’a gelene kadar hayatımda iki önemli şehir vardı. İstanbul ve Ankara.
İstanbul sokakların, Ankara evlerin şehriydi.
İstanbul güzelliğin ve ihtişamın Ankara ise sadeliğin, mütevaziliğin şehriydi.
İstanbul nereden geldiği belirsiz, aniden bastıran bir melankolinin, Ankara ise huzurun şehriydi.
İstanbul’da hayat sokaklarda insanın karşısına çıkar, insanın başına gelir, Ankara’da ise hayat evden içeri kabul edilirdi.
İstanbul’da ay Boğaz’ın üzerinde beklenen bir şenlikti, Ankara’da ise evinin penceresinden aniden görünüverirdi.
İstanbul’da gözler bir kıtadan diğerine bakar, Ankara’da ise balkonlarda birbirini arardı.
İstanbul Led Zeppelin ise Ankara Jethro Tull’dı.
İstanbul Polanski ise Ankara Godard’dı.
İstanbul aşkın, Ankara arkadaşlığın şehriydi ve Frankfurt Westbahnhof’taki o otelin balkonunda şehrin tüm hücrelerine işlemiş yoğun sessizliği dinlerken, buraya gelmeden önce son yıllarımı geçirdiğim İstanbul’u değil, çocukluğumu geçirdiğim Ankara’yı düşünüyordum.