sanat

“Kitabı bir sinema kitabı olarak da değerlendirmek mümkün şüphesiz. Ama benim derdim Ankara ile.”

Ankara’yı neden sevdiğini, ona neden bu kadar bağlı olduğunu, üzerine örtülen ve sürekli tahkim edilen o kalın şalı sağından solundan çekiştirip neden altında saklı olanları ortaya çıkarmaya çalıştığını makul bir şekilde izah edemeyecek hatırı sayılır insan yaşıyor bu şehirde. Birbirimizi tanıyor, sağda-solda rastlıyoruz. Kimi zaman bir söyleşide, kimi zaman eski bir çeşmenin, kilise kalıntısının, bir sütun başlığının önümüze çıktığı eski yerleşimin ara sokaklarında… Şehrin belleğini tazelemek, hatıraları geri çağırmak, şehre itibarını iade etmek için didinip duruyoruz. Haliyle mevcut iktidar döneminde hiç de kolay olmuyor bu. Adeta yerin altından ilerliyoruz.

Üç büyük şehirde belediyelerin el değiştirmesi ümidimizi diriltmiş ve şehirde güzel şeyler olmaya başlamışken, bu şehre yürekten bağlı insanlardan biri, Uğur Kavas ona bir armağan daha verdi: Ankara’dan Sahneler: Kaderin Mahkumları. Kavas bu yeni kitabında erken Cumhuriyet döneminden bugüne Ankara’da çekilmiş veya Ankara’ya referansla kurgulanmış uzun ve kısa metrajlı filmlere, belgesellere yer veriyor. Ama kitabın lokomotifi Ankara Devlet Tiyatrosu sanatçıları tarafından kotarılan, senaryosunu Tekin Akmansoy’un yazdığı Kaderin Mahkumları. Herhangi bir kopyası bulunmayan bu filmin fotoğraflarına ulaşan Kavas, filmden aldığı ilhamla Ankara’da geçen diğer filmleri de araştırıp bu çalışmayı hazırlamış. Bu haliyle yerel tarihin yanında sinema tarihine de katkıda bulunuyor kitap. Filmler, bu filmlerin gösterildiği sinemalar ve dönemin sosyo-kültürel arka planı anlatılırken aslında gündelik hayat, maddi kültür, siyasi tarih ve sosyo-ekonomik dönüşümleri de takip edebiliyoruz. Özellikle de Ankara’da sosyal hayatın seyrine dair bilgimiz oluyor.

Ankara hakkında, fotoğraflı birden çok kitabı olan Uğur Kavas’la Ankara’dan Sahneler: Kaderin Mahkumları hakkında kısa bir söyleşi yaptık. Kendisine hediye edilen paha biçilmez fotoğrafları masanın üzerine yayılmış olarak görünce “bayılacak gibi” olan, fotoğrafa ve Ankara’ya tutkun Kavas şimdi de 1934-2003 yılları arasında Ankara’da yaşamış bir başka önemli fotoğrafçı, Burhan Agah Özak hakkında bir kitap hazırlıyor. Göngörmüş fakat hoyrat ellerde yıpranmış şehrimizi şefkatle sarmalayan ellerden biri olan Kavas’a bırakıyorum sözü şimdi.


Fotoğraf: Mete Darcan arşivinden aktaran Uğur Kavas.

Funda Şenol Cantek – Öncelikle biraz sizden bahsedelim. Halk danslarıyla başlayan bir kariyeriniz var. Sonra fotoğrafçılığa geçmiş ve görsel malzeme derlemekle yetinmeyip araştırmacılık da yapmışsınız. Toplam 8 kitabınız var. Biraz meslek hayatınızdan, hobilerinizden, kitaplarınızdan ve Ankara’ya olan bağlılığınızdan bahseder misiniz?

Uğur Kavas – Değerli Funda Hocam. Beni sayfanıza konuk ettiğiniz için teşekkür ediyorum. Sağ olun. 1954 Ankara Yahudi mahallesi doğumluyum. 14 yaşında halk danslarına merak sardım. Babamın izin imzasıyla Halkevleri Genel Merkezi’nin yolunu tuttum. Yıl 1968. Halkevleri Genel Merkezi, Akay yokuşunun karşısında, şimdi TBMM dış bahçesinin içinde idi. Sonra Anadolu Folklor Turizm Derneği (Aftud) sonra Halk Oyunları Turizm Derneği (Hoy-Tur) sonra da Devlet Halk Dansları Topluluğu. Topluluğun ilk kadrosunda yer aldım. Üç yıl profesyonel olarak dans ettim. Çok şanslı idim. Hocalarım arasında kimler var, kimler. Nida Tüfekçi, Duygu Aykal, Geyvan Mc Millen, Oya Arıoba, Yalçın Davran, Keriman Davran… Özellikle Duygu Hoca’nın üzerimizde çok emeği oldu. Biliyorsunuz, kendisi, Gürer Aykal’ın eşi, Sevgi Soysal’ın da kız kardeşi idi. Sevgi hanım gibi onu da kanserden kaybettik. Saygı ile anıyorum.

Lise yıllarında Ankara Kulübü’ne üye oluşumu ve üyeliğimin 45. yılını doldurduğunu da atlamayayım. Halk oyunları serüvenim oyuncu, yönetici, hoca olarak 1998 yılına dek aktif olarak sürdü. ABD’de (23 eyalette), Kanada, Hollanda, İsviçre’de dersler verdim. Türkiye’de, halk dansları ile ilgili kültürel turların yapılmasına öncülük ettim.

Fotoğrafa başlamam ise 42 yıl öncesine rastlıyor. 1976’da Devlet Halk Dansları Topluluğu ile Özbekistan-Taşkent, Gürcistan-Tiflis ve Moskova’yı kapsayan büyük bir turneye gitmiştik. Bana fotoğrafı sevdiren, kendisine öykündüğüm Ozan Sağdıç Hoca da bizimle birlikte idi. O zamanlar Turizm Bakanlığı’nın işlerini üstlenmişti. Turnede serbest zamanlarda onu izliyor, fotoğraf çekimlerine bakıyordum. “Hocam ben de fotoğraf çekmek istiyorum” dedim. O da, “Al buradan bir Rus makinesi, yavaş yavaş başla” dedi. Başlayış o başlayış. Ozan Sağdıç’ın yaşamımda çok özel bir yeri vardır. Babam, Ankara’nın ilk asansör ve elektrik müteahhitlerinden. Önemli işler yaptı, Hacettepe Hastanesi’nin komple elektrik işleri, Aydınlıkevler Türk-İş Blokları, v.s. Babam bana da bir şirket kurdu. Ama benim o işlere ilgim yoktu. Babam vefat edince, şirketi ortağıma devir ettim. Hobim olan fotoğrafla uğraşmaya başladım. Çankaya Belediyesi Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü’nde belediye foto muhabiri olarak çalıştım. Sonra, şimdi Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı olan BYEGM’e Başbakanlık Foto Muhabiri olarak girdim. 7 başbakanı yurt içi, yurt dışı takip ettim. 2007 yılında da emekli oldum. Fotoğrafa başladığım günden beri, fotoğrafla ilgili yayınlar, dokümanlar topluyorum. O arada foto muhabirliği ile ilgili kapsamlı bir çalışmanın olmadığını fark ettim. Değerli araştırmacı, yazar Orhan Koloğlu’nun desteğiyle çalışmaya başladım. Türkiye’de detaylı yazılmış bir basın tarihi yok. Literatürde yer alan dört basın tarihi kitabında foto muhabirlerine yer verilmemiş. Bunun üzerine, yaptığım çalışma beş yıl sürdü ve “Türkiye’de Basın Fotoğrafçılığının Görsel Tarihi-Osmanlı’dan 1960’a” adlı derlemeyi yaptım. Sizin de, üniversitede konuğunuz olmuş, genç arkadaşlara sunum yapmıştım.

Sonra, ikinci bölüm olan “Türkiye’de Basın Fotoğrafçılığının Görsel Tarihi – 1960’dan Günümüze” yapıldı. O da üç yıl sürdü. İkisinden de biner adet basıldı ve tükendi. Özellikle 2. kitabın güncellenmesi ve yeni baskısının yapılması gerek. Bu iki kitabın dışındaki çalışmalarım hep tutkunu olduğum Ankara ile ilgili. Kızılötesi yöntemle çektiğim Ankara fotoğrafları ile oluşturduğum iki fotoğraf albümü, Yıldız Albümlerinde Ankara fotoğrafları, Yok olan bir tesisin öyküsü Atış Poligonu, İkiz kardeşler: İzmir ve Ankara Paraşüt Kulesi, Bir fotoğraf ustasının yaşam öyküsü-Foto Osman Darcan ve son olarak Ankara’dan Sahneler-Kaderin Mahkûmları. Ankara ile ilgili daha önce üzerinde çalışılmamış işleri yapmayı ve araştırmayı seviyorum. Ankara’ya büyük bir aşkla bağlıyım. Nedenini açıklamakta zorluk çekiyorum. Büyük, gizli bir güç beni bu kente bağlamış. Herhalde ulusal savaşın önemli merkezi olması, daha önce başka topluluklara başkentlik etmesi, dostlukların kalıcı olması, menfaatlere dayanmaması, bir Kızılay’a inince en az on kişi ile selamlaşmak..

Bir radyo programında bana yine aynı soruyu sormuşlardı. Ben de büyük kurtarıcı Mustafa Kemal Atatürk’ün bu şehrin bağrında yatması, Ankara’yı sevmeme yeter de artar demiştim. Spiker hanım, Evet, başka sormayayım demişti.


Fotoğraf: Mete Darcan arşivinden aktaran Uğur Kavas.

Ankara’dan Sahneler kitabının öyküsü ilginç. Osman Darcan’ın arşivine ulaşma ve buradan birden çok kitap ortaya çıkarma hikayenizi anlatır mısınız?

Evet, belki yine uzun bir cevap olacak ama gerçekten ilginç bir süreç. Ankara ile ilgili kitaplar, efemeralar, fotoğraflar topluyorum 70’lerden beri. Büyük bir kısmını Atılım Üniversitesi Kadriye Zaim Kütüphanesi Ankara Kent Arşivi’ne bağışladım. Ama hâlâ kayda değer görsel malzemem var. Araştırmacılarla, büyük bir keyif duyarak paylaşıyorum. Zira, paylaştıkça büyürüz sözüne inananlardanım. Bilgisayarımda Ankara filmleri ile ilgili bir dosya vardı ama yeterli değildi. Altındağ Belediyesi’nin isteğiyle, Ankara Kent Müzesi için çalışmalar yapıyorduk. Ne yazık ki, sonlandıramadık. O da uzun hikaye. Müzenin bir bölümünde Ankara fotoğrafçıları yer alacaktı. Fotoğrafçılar arasında adını sıkça duyduğum ama fazla bilgi sahibi olmadığım Osman Darcan da vardı. Sizin de tanıdığınız, arkadaşım Timur Özkan, bir gün bana “Uğur seni birisi ile tanıştıracağım” dedi. O sıralar Türkiye Foto Muhabirleri Derneği’nde yönetim kurulu üyesi idim. Ben Timur’a “kim” diye sorunca “Mete Darcan” dedi. Osman Darcan’ın küçük oğlu.

Neyse, Mete abi ile dernekte buluştuk. Gelirken getirdiği fotoğrafları masanın üzerine koyunca bayılacak gibi oldum. Birbirinden güzel portreler, Ankara kent tarihinde önemli yer tutan konservatuvar görselleri, hocalar, temsillerin fotoğrafları, sanatçılar, yazarlar… Tam bir hazine. Kent müzesi için yardım istedik. Pek sıcak bakmadı. Biz de “Abi, bir kitap ve sergi yapalım” dedik. 1-1,5 yıllık çok sıkı bir çalışma ile Osman Darcan kitabı ve sergisini gerçekleştirdik. Yaptığım en iyi iş olarak görürüm. Serginin İstanbul ve İzmir ayağını da yapalım dedik ama maalesef olmadı. İçimde bir uhdedir. Belki Cer Modern’de tekrarlayacağız.

Osman Bey, fotoğrafçılığının yanı sıra, tamamı Ankara’da çevrilen ilk Türk sinema filmi olan Kaderin Mahkûmları’nın kameramanlığını da yapmıştı.

Bu durum, beni Ankara filmleri üzerine tekrar yoğunlaştırdı. Bu konuda da bir çalışma yoktu. Pek iddiası olmayan, amatör ruhla yaptığım bir derleme çalışmasının içinde buldum kendimi. Arkamızda sponsor yok, sağlam bir ekip kuramamışız. Grafiker, editör, redaktör anlamında. Böyle olunca, eksikler, hatalar, gözden kaçanlar çok oluyor. Ama tüm olanaksızlıklara rağmen bu kitabı da yapmış olduk. Bana yardım eden arşivlerini paylaşan tüm dostlara, arkadaşlara şükran borçluyum. Osman Darcan arşivi bayağı bereketli çıktı. Önce Osman Darcan kitabı, sonra Ankara’dan sahneler.

Şimdi de üzerinde çalıştığımız kitap, Osman Bey’in yakın arkadaşı fotoğrafçı, grafiker, ressam Burhan Agah Özak. 1934-2003 yılları arasında Ankara’da yaşamış, pul tasarımları, milli piyango bilet tasarımları yapan bir büyük sanatçı üzerine. Ölmezsek seneye yaza doğru hazır olur. Bu arada Mete ağabey, Osman Darcan’ın fotoğraflarından oluşan büyük bir partiyi bana armağan etti. Nasıl değerlendireceğiz onu düşünüyorum.


Fotoğraf: Mete Darcan arşivinden aktaran Uğur Kavas.

Kaderin Mahkumları kitabının dizaynını hangi fikirden hareketle yaptınız? Baktığımızda filmler ve filmlerin yarattığı etki hakkında da metinler görüyoruz. Bir Ankara kitabı olmasının yanında bir yerli sinema kitabı da aynı zamanda bu. Ne dersiniz?

Yukarıda açıklamaya çalıştığım fikirden hareketle dizaynı yapmaya çalıştım. Kaderin Mahkûmları kitabın merkezinde olmalıydı. Çünkü, bir depo temizliğinde Mete ağabeyin bulduğu filmin lobi fotoğrafları, filmle ilgili yeterli görseli sağlıyordu. Diğer filmlerle ilgili gazete haberlerinin çoğu, değerli ağabeyim Turan Tanyer’in arşivinden. Kitabın sponsoru Fiyab-Film Yapımcıları Meslek Birliği. Ben özellikle, sektörle ilgili bir kuruluştan katkı bekledim. Yaşadığım tüm olumsuzluklara rağmen, desteklerini esirgemediler. Günahıyla, sevabıyla bir derleme çalışması ortaya çıktı. Benim için çok önemli olduğu halde kazaya uğramış diziler var. Bunun için üzgünüm. Örneğin, Ankara Hacettepe Kabadayılarını anlatan Mor Menekşeler. İkinci baskı olursa, hatalarla birlikte bu telafi edilecek.

Kitap, Fiyab kültür yayını olarak 350 adet basıldı. Ne yazık ki, satışı yok. Yönetmenlere, Fiyab üyelerine ve üniversitelerin sinema bölümlerine ulaştırılacak. Beni Fiyab yönetimi ile tanıştıran ve bana büyük desteği olan değerli kardeşim Muzaffer Evci’ye şükranlarımı sunuyorum. Ayrıca sevgili kardeşim araştırmacı koleksiyoner Cengiz Kahraman’ın da katkılarını atlamamak gerek. Arşivinden epey malzeme verdi. Son dört kitabımda yol arkadaşım Sabahattin Ergin. Hakkını ödeyemem.

Benim derdim Ankara ile. Kitabı bir sinema kitabı olarak da değerlendirmek mümkün şüphesiz. Siz akademisyen gözüyle böyle değerlendiriyorsanız, mutluluğum artar.

Ankara sinemaları hakkında da bilgi veriyorsunuz girişte. Aslında Ankara uzun dönem bir sinemalar şehriymiş değil mi? Avm sinemalarına, sinema zincirlerine gelene kadar bir sinema kültüründen söz edilmeli mi sizce Ankara için?

Girişte bahsi geçen Ankara sinemaları kısmı, değerli ağabeyim Turan Tanyer’in kaleminden çıkma olup, sizin derlediğiniz ve İletişim Yayınları’ndan çıkan İcad edilmiş Şehir adlı kitabınızdan alınma. Evet, dediğiniz gibi Ankara uzun dönem bir sinemalar şehri idi. Birçoğuna yetiştim. 1963 yılından beri yaşamakta olduğum Küçükesat’ta –Tunalı’da kaç sinema vardı? Şimdi hiçbiri yok ne yazık ki. Şüphesiz bir sinema kültürü de vardı. O da yok olanlar arasında. Sinemaya giderken bile insanlar kıyafetlerine dikkat eder, film seyredilirken çıt çıkmaz. Hatta beğenilen sahneler alkışlanır ya da yuhalanır. Özellikle açık hava sinemalarında. Tanık olduğum çok şey var. En son Çiçero filmine gittim. Mısır yiyenlerin gürültüsünden filmi seyredemedim.

Bir kitap fikri doğduğunda araştırmalarınızı nasıl yapıyorsunuz? Çalışma tarzınız nedir?

Yaptığım işler, hiçbir iddia taşımayan amatör ruhla yaptığım işler. Doğrusunu, yanlışını tarih değerlendirir herhalde. İlgi duyduğum şeyleri klasörler haline getiriyorum. Bir gün konuğum olur ziyarete gelirseniz, özellikle Ankara dosyalarımı görürsünüz. Konu ile ilgili literatür tarama öncelikli. Sonra gazete taramalar. Milli Kütüphane’den daha çok Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi’ni tercih ediyorum. Konu Ankara olunca, Ulus gazeteleri, Halkçı, Zafer gazeteleri ön plana çıkıyor. TTK’da bu gazeteler, Milli Kütüphane’den daha iyi durumdalar. Milli Kütüphane’de çok özel bir durum yoksa, eski tarihli gazetelere ulaşmak zor. Mikro filmini veriyorlar. O da sıkıntılı bir süreç. TTK daha çok araştırmacılara hizmet verdiğinden sakin bir çalışma ortamı var. Taşıdığım, Sürekli Basın Kartı burada imdada yetişiyor. Çok yardımcı oluyorlar. Sonraki başvurduğum yer, koleksiyonerler, sahaflar. Sonra eldeki malzemeyi kendimce etlendirmeye çalışıyorum.


Fotoğraf: Mete Darcan arşivinden aktaran Uğur Kavas.

Fikrine güvendiğiniz, bilgisinden, birikiminden emin olduğunuz insanlarla çalıştığınızı fark ediyorum. Ankara’ya bağlı, geçmişini, kültürünü ortaya çıkarmaya çabalayan, yetenekli ve azimli bir grup insan yaşıyor değil mi Ankara’da? İçlerinde siz de varsınız. Biraz onlardan bahseder misiniz?

Şükürler olsun. Ankara için kafa yoran, kalem oynatan sizin de başı çektiğiniz akademisyenler olmak üzere güzel bir grup var. Hemen hepsi ile dost ve arkadaşım. Paylaşan, paylaşmayı seven bir grup. Bu sayı giderek artıyor. Ama benim daha çok paylaştığım, birikimlerinden yararlandığım ilk aklıma gelen isimler, Güven Dinçer, Turan Tanyer, Erman Tamur, Ahmet Yüksel, Ömer Türkoğlu, Necati Kazancı, Yavuz İşcen, Koray Özalp, Ali Cengizkan, Gökçe Günel, Mehmet Akan. Bu grubun içinde adımın geçmesi büyük bir onur.

Bu kitabınızdan, özellikle görsel malzemelere bakarak Ankara’nın geçmiş gündelik hayatını, sosyalleşme mekanlarını, yeme-içme kültürünü, mağazalarını, lokallerini, eğlence yerlerini, dönemin modasını da takip edebiliyoruz. Sinema ve edebiyat bir ulusun tarihini, bir toplumun kültürünü anlamakta önemli midir sizce?

Ankara’nın sistematik bir şekilde içi boşaltılıyor. İ. Melih dönemi şehre en büyük ihanetin yapıldığı, kent kimliğinin büyük yara aldığı bir dönem. Kent göç almayı sürdürüyor. Bu da kent kimliğini bozuyor. Kente göçenler, beraberinde kendi kültürlerini getirince şehirdeki sosyal yaşam da değişikliğe uğruyor. Geçmişle avunur hale geldik, ne yazık ki. Ankara’ya en fazla göç, Çorum’dan. Çorum’dan fazla Çorumlu Ankara’da yaşıyor.

Sinema, edebiyattan beslenen bir sanat dalı. Özellikle edebiyat ulusun tarihini, kültürünü anlamakta çok ama çok önemli. Ankara’nın eski halini, ünlü yazarların betimlemesi ile anlıyoruz.

Son olarak da ilginç bir durumu okura hatırlatalım: kitaba adını veren Kaderin Mahkûmları filmi kayıp. Fakat siz bu önemli film kitabın içinde kaybolmasın diye, bir de o filme özel kitapçık hazırladınız değil mi? Ondan da söz eder misiniz? Tabii filmin Ankara Devlet Tiyatrosu sanatçıları tarafından kotarıldığını da hatırlatalım.

Evet, ne yazık ki Kaderin Mahkûmları filmi kayıp. Bir kopyası mevcut değil. Filmle ilgili lobi fotoğrafları Mete Darcan’ın bana armağanı. Gözüm gibi saklıyorum. En azından onların olması bile büyük bir kazanç. Kitaptan ayrı olarak, yakın bulduklarıma, koleksiyonerlere vermek üzere kitapta filmle ilgili bölümün yer aldığı kısmı ayrı bir kitapçık hale getirdim. Sadece 50 kadar yaptım. Bunun Fiyab’la ilgisi yok. En azından tamamı Ankara’da çevrilen ilk Türk sinema filmi olarak ayrı küçük bir kayıt olmasını istedim.

Filmde Ankara Devlet Tiyatrosu sanatçıları yer almış. Senaryo Tekin Akmansoy’a ait. Kritiklerden öğrendiğimiz, başarısız bir senaryo, kötü oyunculuklar ve hüsran. Ama yine de Ankara’da çevrilen ilk film olma özelliği bile yeterli bana göre.

Çok teşekkür ediyorum, bu güzel söyleşi ve tüm anlattıklarınız için.