edebiyat

Ulus Ulus’a Mukaddemdir

Geleceğinden düşen bir nesil takvimlere tutunuyor. Her yaprak bir pop ikonu artık ona. Tarihte o günün süslü çerçevelerini asıyor boynuna.
 

"Uyandığında Cumhuriyet ulusu ilan etmişti. Taşhan’ın üst katındaki yatağından hilafetten çok sonra kaldırıldı. Rüzgarlı bir sokaktan, hani şu Halk İş Hanı’nın olduğu (Halk Partisi, Demokrat Parti, Adalet Partisi’nin yayınları Ulus Zafer Adalet ile Pazar Postası, Dost, Seçilmiş Hikayeler mecmualarının basıldığı) Ankara’nın Bâb-ı Âli’si sayılan sokaktan esen yelle sallandı, türlü yıllara türlü günlere kondu kondu havalandı. Nazım’ın şiirinde ne kadar iyi kumaş varsa, Bursa’dan Nazilli’den İstanbul’dan getire getire koydu Taşhan’ın yerine Sümerbank diye. İş Bankası’nda, ki Sümer ile bir oluk var arasında, devlet bonosu oldu, İş Bankası yanındaki binanın ilk katında gelir, üst katında gümrük vergisi. Yani bir kişi tarihten gelip geleceğe yayan gitse, önce I. Meclis’ten Taşhan’a geçer, Taşhan’dan İş Bankası’na, orada arkasına döner bir bakar, Taşhan olmuş Sümerbank, sonra Çankırı’ya doğru Maliye Vekaleti, sonradan arka tarafında Julien Sütununa bakan kagir Ankara Valiliği ve Defterdarlık olurdu geçtiği. Ne var ki bizim Marifet Hanım senede 365, yıllar yılı on bin yapraklı bir ulu çınardır, onun için ne dün var, ne yarın şimdiye kadardır. Bir de Maarif Bey var. Tarihin Marifet’i yanında Maarif ne ki, delikanlılığın günlüğünü tutar anca. 1859’da Mülkiye andacı başlar ya, 1860’da başlamıştır erkekliğine o da. Bir yemek, bir isim, bir fıkra, bir cisim… bir millet bir illet bir zillet bir gıybet… tek Ulus tek Türkçe tek Bayrak en büyük Türkiye. Tarih Marifettir, Marifet tarihte, Maarif Vekili ise Hasan Ali Yücel, bugünkü Posta Caddesi’ne girmiş Lozan Palas’ın olduğu yerden, yani büyük postanenin hemen dibinden, Seyran dolmuşlarının önüne çıktı Yüzbaşıoğlu binasında Tercüme Bürosu’nu kurdu 1940 senesinde."

Böyle kayıt düşüldü duruşma öyküsünün ilk nüshasına.

“Yaz oğlum, hakime sözcüğünün e takısının erkek tarafına iadesine, hanım sözü zilyetliğinin Sulu Han ve Pirinç Han’a devrine, I. Yeni’nin II. Evkaf’tan sevkine, Üç Nal Lokantası’nın mülkiyetinin şiire tevdiine, itikatın Hacı Bayram ile tecdidine karar verilmiştir.”

Lise Hocası Ahmet Hamdi’nin yazılmamış romanından bir kahraman gibi çıktı Tercüme Bürosu mesaisinden Orhan Veli, aklında böyle bir hikaye böyle bir sahne ile. Kim bilir Oğuz Atay belki yeni dilde Fen Bilgisi defterine yazmıştı bunu. Yürüdü Posta Caddesi (Şehit Teğmen Kalmaz) boyu. Hal’e varmadan yanan modern çarşıya baktı uzun uzun. 1920 model bir A bile yoktu otoparkında. Sola, Susam Sokağı’na Halacı Mahmut Camii’ne doğru dönmedi, karşısındaki öğretmende bir tavuksuyu çorba içer, Beşiktaş çıkmazına uğrardı belki, başını çevirdi, sağda İbadullah Cami’nin Bizans kolonuna yaslanmış bir çocuğa selam verdi. Çatısına kadar Ulus’a gömülmüş İbadullah Cami’ni geçip Sulu Han’a girdi. Kolay çözümlü bir bulmacanın çengeline astı şemsiyesini. İki çay söyledi, demli olanı içti. Ahmet Haşim’e nispet çıktı merdivenlerini sokağa çıkmanın. Anafartalar’dan karşıya geçti, Konya Sokak’ta kocaman sobası ortada bir meyhaneye daldı. Oktay Rifat’tan bir an, Melih Cevdet’ten bir ses borç aldı. Hava ağırdı, yerde akıyordu, yağmur iki kat yeşil astar gibi kaplamıştı yolları. Bir yanı Atatürk bir yanı İnönü olan 5 para çıkardı, iki paket cigara, bin rahmet dedi nimet-i Veli. Aldı kaymeyi garson yarısı, Hacı Bayram’ın o tarafa geçti Bentderesi’ne iner gibi yapıp. Ulus’a uçak düşmüştü bir ara, ama öyle uzundu ki bu düşüş, bir yanı Hacı Bayram eteğindeki kömürler, bir yanı birinci meclis yanında Ticaret Han, saatlerce yanmıştı durmadan. Kimi konduları da o uçak saçları kapladı sonradan. Hacı Bayram’a yüz adım Ahi Tura Cami’nin yanındaki dericiden bozdurdu 5 lirayı. Tanesi 2,5 liradan 2 paket sigara aldı. Bakkal dükkanı kapanacaktı. Para üstü yerine sönmüş kovaya davrandı. Sokakta komşu Birahane Yavuz’tan bir arpacı oğlana rastladı, tıfıla verdi paketleri, tembihledi, bunlar Memur Orhan’a dedi. Birden hızlandı. Ruşen Pastanesi’nin Gima’nın önünden karşıya, Hal’in Heykel tarafı çıkışına yöneldi. Anafartalar Caddesi’nde Şinasi’nin Üç Nal Meyhanesi’ne göl üstünde seken taş gibi şıplaya şıplata adımlarla geldi. Garson olarak çalışacağı günü soruyordu. Artık tamamdı. “Akan zaman duran zaman”dı. Yarın gelsin başlasındı. Uçurtmanın uçmasına uçan bir çocuğun uçurtmaya bakmak isteyip koşturmaktan bakamayışı, ama uçurtmanın uçtuğunu bilişinin yüreğini havalandırması gibi Üç Nal’ın cadde karşısından çekilmiş fotoğrafı kafasında rüzgarlandı Hancı’ya kıdemli tayfa.


Fotoğraf: Umut Kara

Yağmur sahte takı gibi biçimsizleşiyor hava karlıyordu. Sokakta uzun boylu paltosu dört omuzlu uzun kirpikli bir adamın çapağıydı kar. Bütün Hancı’nın pencerelerce izlediği bu insan Kürt Cemali’ydi. Haldun Taner’in Hergele’de sahneye konan Aktaşlı Robin Hood Destanı piyesinden ağır yaralı olarak evine gidiyordu. 32 tekmil Yenidoğan sabi sübyanına portakal kabuğu dağıtacaktı. Çankırı Caddesi üzerindeki Kız Lisesi’nin Maliye Okulu Müdürü’nün Yahudi Mahallesi’ndeki komşusu Roma Hamamı’nda yıkanmış, defin için Ankara Palas karşısında ikinci Meclis’in geçmişine gömülmek üzere yola çıkmışken, Hancı cemaatinden bir kadın son dizesini içiyordu ki Orhan Veli’nin kadehinden, fırladı ardından Cemali’nin, portakal içleri toplamak için. Kar adınca çoğaldı, lapandıkça kıvamlandı. Rüzgarlı Sokak’a doğru düştü kadının yolu. Kardan madam oldu. Kodu sıkısına sulu şerbet toplarını İmren Piknik’in. Rizeli Zeki bakınca kardan kadına, çıkar canını dedi bunların, siyasetin suyu çıkana, Altan Öymen aha bu dükkanın karşısındaki pasajda bira içine kadana, ben beklemeye varım, yanda Gönç Palas’ta bir odada Hatice Nazlı Tlabar’la yatmaya bile hazırım. Yanına bir bey yanaştı. Cumhuriyet mimarisi ceketiyle bu kişi Giulio Mongeri dese değil, Selim Bey dese değil, Vedat Tek dese değil, Martin Elsaesser değil, Clemens Holzmeister, değil, G. Mongeri, o da değil, Bedri Bey de değil, hatırladı, Kemalettin Bey’di. Ankara Palas’ta 1929’da kendisini dansa kaldırmıştı. Evkaf Apartmanı dramaturguyla Bela’ya bir Maarif Takvimi göndermişti. Hangi senesindesiniz, Bela Hanf End’i dedi, Kemalettin Bey, vakti farkettiniz mi, içbükey?


Fotoğraf: Umut Kara

Takvim belaya mı uğramıştı acaba? Madam Bela takvimlenmiş miydi yoksa? İsmetpaşa’da koşturup Yiba Çarşısı’nın arkasında yıkılan “yeni sanayi”nin altında duran, bir eli Kazım Karabekir’in badi parmağı, bir eli matbaa makinesinden yağlı bir takvim yaprağını astı bir oğlan Dışkapı’ya: Yaprak döneri. Beş şehir, beş vakit, saat 5 nalburları yazılı üzeri. Erkek çocuk için önerilen ad Murat, kız çocuğu için hep vaat. Bir yemek: Efelek. Tatlı: Şebit. Arkası yarın arkası yarın.

Mevki Kıraathanesi’nden bir insan kalktı ayağa: Bir başkaldırı. Kopardı tarihten yaprağı. Yürüdü yürüdü Etfaye Meydanı’na. Denizciler’in Yahudi Mahallesi’ne girdi. Şengül Hamamı’na kadar çıktı. Kubbesinden beş yüz senedir buğulu bir yıldız söktü. Kumrucuklar Sokak’tan Sinagog’a vardı. Sinagog’un yanında büyük tarih konağından, Anafartalar’dan geçen dolmuşların deniz feneri olan eski Ankara Adliyesi’ne bir mahla gerdi. 1917 alevleri kadar uzun bir mahlaydı bu. Mahlada, "Hepimiz Yangınız Bu Memlekete" yazıyordu.

Faruk Nafiz, Falih Rıfkı’nın Ankara kitabının arka kapağının boş sahasına bunları karalıyordu.

dedi ve öyküsünü tamamladı zaman bilim müstehir ve müstahreç İlmiye hanımı. Ya bir başlık ya bir parantez içiydi yazdığı. Bir cümle daha akacak olsa göz pınarları, bir semt daha anlatmak zorunda kalacaktı. Aynı semti aynı gün bir semt daha.

Fotoğraf: Umut Kara