Fotoğraf: Rubabe
Hareket engeli olan bir insan için Ankara nasıl bir kent? Bir engelli, bir tekerlekli sandalye sahibi insan bu şehirde evden nasıl çıkar, kaldırımlarda ve yollarda nasıl ilerler? Daha önemlisi, bir parka gidip, bir çay içip, ağaçların altında oturabilir mi? Bu problemin bölgeden bölgeye değişiklik gösterdiği kesin. Ben de size bu engele ilişkin yaşadığımız kendi hikâyemizi anlatacağım.
88 yaşındaki babam, yürürken kısa bir mesafeden sonra çok ağrı çekiyordu. Dışarı çıkmayı, kendi işini kendi yapmayı çok seven bir insan olduğu için hareketten mahrum kalmasın diye ona bir akülü tekerlekli sandalye aldık. O kadar çabucak alıştı ki akülü aracına inanılması güç gerçekten. Bu aracı bu denli hakkıyla kullanan ve varlığından bu denli hoşnut başka bir insan bulmak zordur bana kalırsa. Gebze’de kendi mahallesinde bu aracı kullanmaya başladığında oranın en eski sakinlerinden biri olduğu için çoğu kendisini tanıyan mahalleli, genç, yaşlı kim görse babama acıyarak bakıp ağlamaklı “ne oldu sana” ses tonuyla hal hatır sordu ilk zamanlar. Elimizle soran kişinin akmaya meyyal gözyaşını silip “Merak etmeyin, uzun yürüyemiyor, o nedenle rahat dolaşsın diye aldık” dedik bir süre. Babam da o hüzünden sıkılıp, bu cümleyle hoşnut, minik kornasına basıp yoluna devam etti. Araç yoğunluğundan, şoför kabalığından muzdarip olsa da kendisinin trafikte bir aracın haklarına ve görünürlüğüne sahip olduğunu düşünerek kullandı hep aracını.
Bir gün o basamakları geçmesini sağlayacak ağır ama işe yarar aparatı kendi elleriyle yaptı.
Bir zaman sonra Ankara’da benimle yaşamaya başladı. Burada acımalı bakışlar yoktu artık, ama aracı kaldırıma indirme diye kocaman bir sorunumuz vardı. Onun rahat dolaşabilmesini sağlamak için evi giriş katta tutmuştum ama memlekette hiç engelli olmadığını düşünen bina sahipleri ya da inşaatçılar nedeniyle apartman girişine yapılmış biri iki, biri üç basamakçık olan merdivenler aşılmaz geçidimiz oluverdi bu kez. Arabanın aküsünü çıkarıp oralardan atlattık bir süre ama bu çaba bel ağrısı olarak döndü taşıyana. Bu arada, başına gelen her sorunu çözmek için inanılmaz bir dirayet göstermeye alışkın olan çalışkan karıncam, ben evde yokken yan inşaatta çalışan işçileri gözlemiş, ellerinde olan fazla kalas parçalarını bir kenara biriktirmişti. Bir gün o basamakları geçmesini sağlayacak ağır ama işe yarar aparatı kendi elleriyle yaptı.
Yaşlı ya da engelli bireyin insanın özsaygısı gereği olan bağımsız hareket edebilme isteği, kent planlamasında (varsa buralarda hâlâ böyle bir şey) göz ardı ediliyor.

O Ankara’ya gelmeden önce şöyle bir hayalim vardı: Babam aracına, ben bisiklete atlayacağız, yedeğimize çayımızı alıp birlikte gezmelere çıkacağız ve hemen arkamızdaki Dikmen Parkına gideceğiz. Birlikte gezme hayalini kurdum hep, ve evi bu hayali gerçekleştirecek şartları gözönüne alarak buldum aslında. Ama Ankara, gidip başka diyarlarda gördüğümüz bir dolu başka şehir kadar kolay değil malum. Trafik, araba yoğunluğu, araç hızı, tahammülsüzlüğün yanına engelli durumdaysanız kırık, yıkık ya da yüksek kaldırımlar birer sorun başlığı olarak ekleniyor. Yaşlı ya da engelli bireyin insanın özsaygısı gereği olan bağımsız hareket edebilme isteği, kent planlamasında (varsa buralarda hâlâ böyle bir şey) göz ardı ediliyor. Babam, kaldırım yükseltileri ve merdiven engellerini o sıra oradan geçen ve onu gören, duruma dair farkındalığı olan birileri varsa aşabildi. Bu durumlarda hep minnettar hissetti. Ama kimi zaman ben yokken dışarı çıktığında etrafta böyle birileri de yoksa o an ciddi anlamda zorlanarak apartmandan çıktı ya da gideceği yerlere gidip dönerken benzer sorunlarla karşılaştı.
Birbirimizin lütfuna değil de sağlıklı düzenlediğimiz kentlerin, temel insan haklarını gözeten düzenlemelerin varlığına güvenmek istiyorum.
Oysa yaşamı engelli ya da yaşlı bireylerin ihtiyaçlarını görerek düzenlemek aslında o kadar zor değil. Fakat sanırım esas olarak doğuya, Dünya’nın doğusuna döndükçe akılla düzenlenmiş kentlerin yerini hasbelkader düzenlenmiş kentler alıyor. Buralarda işler birbirine lütuf, iyilik göstererek sürmeye meyilli. Birbirimizin lütfuna değil de sağlıklı düzenlediğimiz kentlerin, temel insan haklarını gözeten düzenlemelerin varlığına güvenmek istiyorum.
Tüm bu karmaşaya rağmen biz bir bisikletçi bisikletine ve bir engelli aracına atlayarak birlikte Dikmen Parkı’na doğru düş patikamızı kat ettik çokça. Ankara’nın çoğu başka mahallesinde olamayacak bir şeydi bu. Sonbaharın renklerini coşkuyla izledik. Yüzümüze rüzgâr değdiği için geçtiğimiz yollara daha romantik bakışlar attık. Babam trafiğin ne denli sıkıntılı olduğunu bu hatta deneyimlemediğinden bir süre işe neden bisikletle gitmediğimi sorup durdu. Çıkınımıza demli çayımız ve kurabiyelerimizi alıp parkın ağaçları altında sessizce yaprakları ve gelip geçeni izlediğimiz çoktur. Canımız dondurma istediğinde çılgınlık katsayımızı yükseltip anayollardan nefis dondurmacıya bile gittik kaç kere ama yollardaki çukurları, deli hızıyla geçip aklımızı alan araçları görmezden geldik tabii. Ankara’da bisikletli olmak nasıl, babamın ısrarına rağmen neden işe her gün bisikletle gidip gelmiyorum sorularının yanıtı bir sonraki yazıda.