ulaşım

 

 

 

 

 

 


Görseller: Özlem Mengilibörü

Neden okula, işe ya da gönlümüz nereye dilerse oraya bisikletle gitmiyoruz, gidemiyoruz? Yolda başlığının ilk yazısında babamın bana sorduğu soru buydu. Bisikletçilerin, otomobil ya da diğer taşıtları kullanmaksızın yürüyerek ya da kimi zaman bisikletle yola düşmek isteyeceklerin de sıkça sorduğu bir soru bu aynı zamanda.

Bu sorunun olası yanıtlarını sıralasak en tepedeki yanıt, sevgili Ankara’mızın güzide trafiğinin hali olur sanırım. En azından 2011’den beri bu kentin sokaklarını ve caddelerini en çok da Atatürk Bulvarı’nı pedallayan bir bisikletli olarak benim en temel derdim bu. Çoğu zaman gerektiği kadar geniş düzenlenmemiş yolların sağ ve sol şeridi ve hatta içeriden bir şerit daha park etmiş arabalara ayrıldığı için kalan dar alanda diğer araçlarla tehlikeli kısa paslaşmalar yaşamak sıklıkla yaşanan bir durum. Hem yaya hem bisikletçi olarak mütemadiyen had bilmek gerekiyor. Esasında bir yaya varsa civarda öncelik o yayanındır ama Ankara trafiğinin taçlı, asalı kralları her daim arabalardır. Trafik ışıkları, alt ve üst geçitler, battı çıktılar hep araba hızının azalmaması için ve hatta arabalar uçabilsin diye düzenlenmiştir. Düzenleme böyle olunca direksiyon başına geçen insan kendisine ortalama bir insandan fazla hak, güç ve dahası tanrısal bir konum bahşedildiğini düşünmeye başlıyor belli ki. Yaya ve bisikletçiye alan tanımaya direnç göstermenin altında yatan şey orada oluşturulan hiyerarşi. Trafiğin hiyerarşisi: “Burası bisiklet yolu mu?”, “Ne işin var arkadaş bu yolda, çekil!” ve gergin kornalar.

Yalnızca otomobiller değil elbette bu düzenlemede en çok hakkı olanlar. Ticari taksiler ve otobüsler özellikle halk otobüsleri yolların hakimleri. Yakın zamanda (6 Aralık 2018) Güvenpark’ın Atatürk Bulvarı tarafında bulunan yaya geçidinde yaşanan kaza demesi zor olayı hatırlayalım mesela. Öncelikle şunu belirteyim söz konusu yaya geçidinde yayaların karşıdan karşıya geçmesi için 26 saniye araçların geçmesi için yaklaşık 128 saniye verilmiş. Sağlıklı ve ortalamanın üzerinde hızla yürüyen biri olarak oradan geçişlerimde yolun ikinci yarısına geçerken çoğu zaman kaygıyla koşturuyorum. Bir engelli ya da yaşlı bireyin karşıya kendi hızıyla geçebilmesi için yetersiz bir süre. Bu dengesiz zaman bölüşümü nedeniyle yayalarda şöyle bir davranış gelişmiş durumda: Critical Mass’e1 ulaşıldığında yayalar araca ayrılmış sürenin neredeyse son 10 saniyesinde karşıya geçiyorlar, ışık düzenlemesine karşı sivil itaatsizlik gibi. Bulvarda belirtilen tarihte yaşanan olayda da söz konusu trafik ışıklarında üstelik araçlara kırmızı ışık yanarken, büyük olasılıkla yüksek hızı nedeniyle kontrolü kaybeden otobüs şoförü kenarda duran yayaların üzerine sürüyor. Yolların ve kentin düzenlenişi maksimum araç hızına dayandırıldığından bu tür olayların şehrin göbeğinde yaşanmasına bile şaşıramaz hale geliyoruz maalesef.  Yaya ya da bisikletli olarak kentin sokak ve caddelerinde dolaşırken bu bilgiye düşünerek, çıkarımlarla değil neredeyse bir hayvan gibi sezgilerimle adapte olduğumu, bu nedenle dolaşmak yerine kritik geçiş yerleri ve çoğu sokak arasında aslında kaçıştığımı(-zı) fark ediyorum. Nasıl ki şehrin içinden geçen su olmak Ankara’da bir tür suç gibi yaşanıyorsa (bknz. Ankara Çayı’nın halleri) şehir içinde yaya ya da bisikletli olmak da çoğu yerde bir kusur, eksiklik ya da yola fazlalık olma gibi yaşanıyor.

Bulvar üzerinden devam edersek bir bisikletlinin sırat köprülerinden bir diğeri: Yayanın otomobile, minibüsün otobüse, hepsinin bisiklete düşman olabildiği bir mahşer yeri olan Dışkapı. Yoldan Aydınlıkevler yönüne doğru gideyim, nihayetinde bir aracım dediğinizde karşı yönden gelen aracın ya da bir durup bir kalkan minibüsün, o değilse çoğu zaman iki sıra park etmiş araçlara verev şekilde üçüncü sıraya park etmeye çalışan bir otomobilin avı olmak seçeneklerinden birini buyurun. Burada kaldırımdan gideyim, kıyın kıyın geçerim, yayalara da özen gösteririm diyorsanız sıkı durun. Olabildiğince zararsız geçmeye çalışırken, bir teyzenin çığlıklarıyla selede hoplamışlığım var. Kaldırımda bisiklet görünce nedense çok tedirgin olan teyze aklımı gerçekten başımdan almıştı sağ olsun. Ama o hengamede yaya olmanın da fazlasıyla tedirgin edici olduğunu düşününce teyzenin hakkı var korkmakta.

Haydi bu etabı da çeşitli engelleri atlatıp geçtik diyelim daha bunun, otobüslerin geçerken zaten ortalamanın üstünde olan hızlarını nedense çıkışa doğru daha da arttırdıkları, otomobille geçmesi 30 saniye sürmeyen ama bisikletle geçerken soldan gelen rüzgarlar ve kafamdan geçen türlü kabus senaryoları nedeniyle bir hayli zorlayan alt geçidi var. Alt geçit bitiminde umarım halk otobüsü geçmez çünkü “o, bisikleti zırhlı araç sanıyo”.

Atatürk Bulvarı’nı kullanarak işe bisikletle gitmeye çalışmak yukarıda da betimlemeye çalıştığım gibi oldukça zorlu. Buna karşın trafikte bisiklet görünürlüğünü arttırmak, yaşamda alternatiflerin olduğunu hatırlatmak için çok önemli. Bu nedenle ve aslında daha çok da bisikletin yarattığı aşkî hisler, bahar duyguları ve yüze çarpan rüzgar, sağdan geçen kedi, el sallayan teyze, gülerek bakıp bebek arabasından kafasını çevirip takip eden bebek için, kenti görüp duyup hissetmek için yine de olabildiğince yoldayız, bisikletliler ve yayalar buradayız…

 

1 Critical Mass: Bisikletçilerin yeterli sayıya ulaştıklarında bir arada yolu alması, ana caddede kavşağı kullanırken otomobillerin bisikletlilere yol vermesi için ulaşılan eşik değer. Kavramın çıkış hikayesinde de araçların yolu bir türlü yayalara bırakmaması, buna karşın yaya ya da bisikletlilerin yol kenarında birikip karar sayıya erişince yolu almalarına ilişkin bir anlatı vardı.