Resim: Qiang-Huang
Geçtiğimiz on beş yılda iki haftada bir, ayda bir, işimiz olmasa da, Menekşe Sokak Balkanoğlu Han’ın en üst katındaki atölyesine gittim. Ramazan değilse çay demlenir, sohbet edilir, eski hikâyeler dinlenir; memlekette terzi kalmadığı, terzi kalmadığı için kumaş, malzeme de bulunmadığına dair konuşulurdu.
Sizlere geçen hafta kaybettiğimizi bugün kızının haber vermesiyle öğrendiğim Yunus Durmuş’tan bahsetmek istiyorum. Yunus Abi benim terzimdi.
Yunus Durmuş dindar, dinden ahlak çıkartmış, sanatçılığının son derece farkında, bunu bir sorumluluk olarak gören, kendisinden çok şey öğrendiğim, çok özleyeceğim bir büyüğüm. Kardeşim Gönenç’i takip edenleriniz onun çekmiş olduğu video kaydını görmüş olabilirler.
[Gönenç Gürkaynak’ın 9 Temmuz 2019 tarihli Yunus Durmuş videosu]
Fotoğraf: Refet Gürkaynak
Yunus Abi ile 2000 yılının yazında, doktorayı bitirip 2001’in ilk hafta sonu iktisat iş piyasasına çıkacağım zaman tanıştım. Ankara’ya gelmiştim ve mülakatlarda, seminerlerde giyecek doğru düzgün bir takım elbise gerekiyordu. Sıska ve bir omzu düşük olduğum için terzi gerekti.
Yunus Durmuş, Gönenç’in bir sevgili arkadaşının babasının terzisiydi ve rica minnet bana, akşamları eve iş götürerek, bir haftada lacivert bir takım dikti. Ölçümü alırken vücudumda varlığını bilmediğim türlü çeşitli yamuk yumukluğa dair notları; istediğim takım hakkında bir şey söylemeye başladığım zaman, “Evladım sen bu işlerden anlıyor olsaydın üzerindekiyle sokağa çıkmazdın” deyişi aklımdadır. Sadece kumaş, iş değil müşteri de seçerdi. Yaptığına saygı gösterecek, kendisinin buna olur dediği insanlar ile iş.
Yunus Abi Çankırı Ilgazlı. Meslek okulunda okumuş. Terzi olan babasından terzilik öğrenmiş, İstanbul’da kalfalık yapmış. Çok saydığı ve Yahudi olduğunu özenle vurguladığı ustasının yanına ilk girdiği gün diktiği ceket göğüs cebinin (“Refet’çiğim, bu ustalık gerektiren iştir, herkes yapamaz”) ustasının nasıl dikkatini çektiğini, ustasının kendisine ihtimam gösterdiğini sıkça anlatırdı.
2005 yılında Türkiye’ye döndüğüm zaman derli toplu giyineyim istiyordum. Babam Biga’daki Sokullu’dan dört takım için kumaş alıp getirdi. Bunları Yunus Abi’ye götürdüm. Beni hatırladı, sohbet ettik, kumaşları çıkarttım. Eliyle yoklayıp “bu kumaşlar yıllardır yapılmıyor, nereden buldun?” dedi. Anlattım, “baban bu işten anlıyor” dedi. Sonra takımlar üzerine konuştuk. Bir spor ceketin dıştan cepli (cep aynı kumaştan görünür şekilde ceketin üzerine dikilmiş) olmasını istiyordum. Bir alay laf işittim (“Bu memlekette en son düzgün dıştan cepli ceket 1978 senesinde dikildi, onu da ben dikmiştim.”) Fakat o mücadeleyi kazandım. Yunus Abi “İyi, dıştan cepli olsun ama kapaklı olsun” dedi. Cep kapağı konusunda bir fikrim yoktu ama ne bileyim dememek için düşüneyim dedim. Bir sonraki provada, başka bir kumaşın ceketini prova ederken, “Yunus abi, o dıştan cepli olacak olan kapaklı da olsun” dedim. Yunus abi durdu, elindeki iğneyi koluna taktığı süngere iliştirdi, yüzünü yaklaştırıp, “Hah, olur. Refet’çiğim, öbür türlü de olur ama HIYAR gibi olur” dedi. Bunu “şöyle modellesek” diyen öğrencilerime sıkça anlatırım. Bana çok hayat dersi vermiş insandır.
Fotoğraf: Refet Gürkaynak
Yunus Durmuş’un istediği müşteri kendisine “Abi uygun gördüğün bir kumaştan bana uygun gördüğün gibi bir takım diker misin?” diyecek insan. Elinde dergiden kesilmiş fotoğrafla giden dayak yemezse şanslı ama elde kumaş giden de büyük riskle gider. Benim aldığım kumaşı iki parmağı arasında inceleyip, bunun yüzde bilmem kaçı yün, şu kadar kaşmir de var (“Refet’çiğim seni saf görüp bunu kaşmir diye satmadılar değil mi?") ama içinde bilmediğim ipler var, bu ütü tutmaz, al kime diktirirsen diktir demişliği vardır.
Geçtiğimiz on beş yılda iki haftada bir, ayda bir, işimiz olmasa da, Menekşe Sokak Balkanoğlu Han’ın en üst katındaki atölyesine gittim. Ramazan değilse çay demlenir (“Bu seferki çay çok güzel oldu gibime geliyor.”) sohbet edilir, eski hikâyeler dinlenir; memlekette terzi kalmadığı, terzi kalmadığı için kumaş, malzeme de bulunmadığına dair konuşulurdu.
Yunus abi işi konusunda alçak gönüllü bir insan değildi. Pantolonu keser, birleştirilmesi için pantoloncuya verirdi. Pantoloncu işi bırakınca onu da yapmaya başladı. Bu geçiş sırasında pantolon dikmenin gözünde büyüdüğü söylediği zaman “Abi senin pantolonların şahane, dert edecek ne var?” deme gafletinde bulundum. Şaşırmış olarak baktı “Dünyadaki en iyi pantolonlar onlar ama terzi işi değil, gerçek terzi işi cekettir.” dedi.
Fotoğraf: Refet Gürkaynak
Yıllar içinde yakın bir ilişkimiz oldu. Takımın parasını vereyim dediğimde “senin de ihtiyacın vardır, zorlanma” diyen, yıldan yıla verdiğim miktarı artırdığımda (çıkarken zarf içinde bırakırdım) arayıp “fazla bırakmışsın, zarf içinde cekete iliştirdim” diyen tok gözlü sanatkardı.
Bu yazdığımın uzun olduğunu biliyorum fakat bu insanın benden başkasında da iz bırakmasına vesile olursam mutlu olacağım. Birçok şahane, sadece Yunus Abi’den çıkabilecek anekdottan iki tanesini arz etmek isterim.
2011-2012 akademik yılını yurtdışında geçirdim. Yunus Abi’nin bana dikmiş olduğu paltoyu bavula koyup götürmeye kıyamadım. (Takımları da konferansa gittiğim zaman bazen bavula koyduğumu asla söyleyemedim, beni ceketin üzerine sırt çantasıyla gördüğü zaman “Hayınlık bu, başka şey değil, böyle kullanacaksan uğraştırma beni” diyen insandan bahsediyoruz.) Dolayısıyla ecnebi diyarında fifi bir marka, güzel olduğunu düşündüğüm bir kaban aldım. O kış beklenmedik şekilde Ankara’ya geldim, geldiğim zaman Yunus Abi’ye de uğradım. Beni beklemiyordu. Kapıyı açtığım zaman elinde iş vardı ve eğilmişti. Seslendim. Döndü, sevinip alıştığım gibi “ooo hocam, dünyayı gezdin her halde sen” demesini bekledim. Üzerimdeki kabana bakıp ilk laf olarak “bunu alırken elektrikler mi kesikti” dedi ve kupundan dikişine arızalarını sıralayıp “inşallah senin takımların üzerine bunu giymiyorsun” diye bitirdi. Sadece kem küm ettim.
Bir başka zaman, elde bir keten kumaş ile gittim. Keteni görünce yine, artık alışmış olduğum “senin gibi … yüzünden memlekette terzi kalmadı, bundan takım olmaz” fırçasını attı. Fakat nihayetinde kumaşın rengini, ketenin nev’ini beğendi.
Fotoğraf: Refet Gürkaynak
O zamana ben de artık temel şeyleri öğrenmiştim. “Abi iki düğme, kapaklı ceket olsun” dedim. Bu zaten standart. (Ceket çift yırtmaç olunca kapaklı denir.) Yüzü hiç olmayacak, gerzekliğimle onu şaşırttığım zaman aldığı ifadeyi aldı. Mutat “O olmaz o” cevabını aldım. “Sen bilirsin abi ama neden olmuyor?” diye sordum. Önce cevap vermeye başladı, sonra bunu söyleyen cevabı da anlamaz bakışına geçip, ondan en çok duyduğum cümleyi söyledi: “Sen onu abine bırak.” “Tamam abi” dedim “ama kapaklıda zaten karar kılmıştık, bunda neden olmuyor.” Derin bir nefes alıp baktı. “Keten buruşur” dedi. Ben aval aval “e?” dedim. Sakinleşmek için birkaç nefes daha aldı, “keten buruşur” dedi tekrar. “Oturursun buruşur, kalkarsın düzelmez” sonra yüksek sesle “g.tünün kapağı açık gezersin!” dedi. Alıştığım üzere, diyecek bir şeyim yoktu.
Yunus Durmuş, dünyanın yüzleri suyu hürmetine döndüğü, yaptığı işi namusu olarak gören, kendisine ne yapıldığıyla değil kendisinin ne yaptığıyla ilgilenen sanatçılardandı. Kendisinden özenle esnaf ve sanatçı olarak bahsederdi. Kaç zaman önce diktiği bir takımı, uygun bir kravatla, ütüsü yerinde giyip yanına gittiğimde başını kaldırıp “Refet’çiğim, sanatçının ödülü bu” deyişini daima hatırlayacağım.
Yunus Abi, siyasi olarak benim tam tersim bir insandı ama insandı. Doğru düzgün insan, insan gibi insandı. Aileden biri, geçekten abi olarak gördüğüm birini 70 yaşına gelmeden, kalp yetmezliğinden kaybettik. Sigara içmeyiniz.
Yıllardır “bu sene jübile yapacağım” deyip sonra “bu yaşta iğne sallayabilmek Allah’ın bir lütfu, bunu yapmak görev” diye devam etti. “Ayağı şiştiği için” doktor olan kızının yanında İstanbul’daydı. Telefonlaşıyorduk. İşi eski kalfasına devretmeye başladığını, Serdar Hoca’nın paltosu bu kışa yetişmediği için çok mahcup olduğunu söyledi. Bir ay kadar önce, son konuşmamız.
Fotoğraf: Refet Gürkaynak
Umarım bu mavi gözlü, beyaz saçlı, Beşiktaşlı (80’ler sonu kadrosu duvarda, Atatürk portesi, veda hutbesi ve her gün kimin hangi işi yapılacak gösteren takvim ile birlikte) büyük yürekli insanı biraz anlatabilmişimdir. Hak ettiği gibi anamadığımı biliyorum.
Bu ülkede yaşarken, birçok gün bir cehennemin var olduğunu umuyorum. Bugün, her kumaşın ütü tuttuğu, her sanatçının değerinin bilindiği bir cennetin de var olduğunu umarım.
* Refet Gürkaynak, 8 Nisan 2020’de Twitter’da Ankara terzisi, değerli esnaf ve sanatçı Yunus Durmuş’u anlatmıştı…
kapak fotoğrafı: Qiang-Huang